Bantmag

30 ALTIN YIL

Bugün birçoklarının aklında olumlu bir şekilde yer eden Avrupa aslında II. Dünya Savaşı’nı takip eden 30 yılın yetkin bir kapitalist demokrasiyle idare edilen Avrupa’sı. Tarihçilerin tâbiriyle “30 altın yılın” hüküm sürdüğü zaman dilimi. Dünya sistemlerini analiz eden iktisatçı Samir Amin, dönemin Avrupa'sını üçgenin bir köşesine benzetiyor. Diğer köşelerden birinde Sovyetler Birliği (ve akabinde Çin Halk Cumhuriyeti), ötekisindeyse 1955 yılında yapılan Bandung Konferansı’ndan itibaren Soğuk Savaş kutuplaşmasının kısmen dışında kalan, bazı Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinden oluşan ve sömürge karşıtlığını ön plana çıktığı Bağımsızlar Hareketi yer alıyordu. Kapitalist demokratik Avrupa için komşu Sovyetler, birçok şedit uygulamasına rağmen farklı bir üretim ve paylaşım modeli ihtimaline işaret eden açık bir örnek ve tehditti. Bağımsızlar, (her ne kadar daha sonra bu ülkelerdeki sınıfsal ilişkilerin tesisi ve askerî müdahalelerle bir kısmı yeni-sömürgeciliğin parçası olacaksa da) adı üstünde sömürge karşıtı, ulusal modernleşme ve kalkınmaya dayalı bir politika izlemeyi amaçlıyorlardı. Bu minvalde Batı Avrupa, dönemin şartlarına özgü, liberalizm ve demokrasinin harmanlandığı bir denge politikası güttü. Hattâ yetmişlerde, darbe dönemlerinden çıkan ve solun görece güçlendiği Yunanistan, İspanya ve Portekiz'i “karşı tarafa” kaptırmamak için birlik bünyesine aldı. “Demokratik Kapitalizmin Krizi” isimli makalesinde Wolfgang Streeck dönemin politikasını şöyle özetliyor: “Bu formüle göre, örgütlenmiş işçi sınıfı sosyal güvence ve sürekli yükselen yaşam standartları karşılığında kapitalist bir pazarı ve mülkiyet haklarını kabul edecekti.” Dönemin giderek artan sendikalaşma ve işçi hareketi, yaklaşık 25 sene boyunca devam eden ekonomik büyümeyle paralel gerçekleşti. 30 yıl boyunca tercih edilen refah devleti, yasalarla garanti altına alınan örgütlenme hakkı, önemli sektörlerde yapılan kamu üretimi ve üretken kapitalizmin finans kapitalizmine öncelendiği Keynesyen politikalar gerek siyasetçiler, gerekse toplum gözünde kapitalizm ve demokrasinin sonsuza kadar el ele yürüyeceğine, iktisadî modelin tüm sınıflara yarayacağına dair geniş tabanlı bir yanılsama yarattı. Tablonun pek de öyle olmadığı, 1960'ların sonunda yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Zamanımız politikacılarının sevdiği tarifle “kazan-kazan” üzerine kurulu denge buharlaşmaya başladı. (Devam -->)