Bantmag

KONU: AVRUPA EKONOMİK KRİZİ

İNSAN HAKLARI BAĞLAMINDA HÂLÂ “MEDENİYETİN BEŞİĞİ” OLARAK TAHAYYÜL EDİLEN AVRUPA’DA DEVASA BİR EKONOMİK KRİZ YAŞANIYOR ŞİMDİLERDE. PEKİ EN SON OLARAK İSPANYA’DA ASTURIASLI MADENCİLERİ ÇAĞIMIZIN EN SERT YETKİLERİYLE DONANMIŞ POLİSİYLE ÇATIŞMAYA KADAR İTEN NE? BU ÇARPIK AVRUPA TABLOSU NASIL ORTAYA ÇIKTI? KRİZİN SOMUT AKTÖRLERİ KİMLER?

 

 Türkiye aydınlarının, özellikle solda yer alanlarının bir kısmına özgü bir eğilim mevcut: Sıklıkla “ekonomiden anlamadığını” dile getirmek. Bir yandan bir itiraf gibi yankılanan bu açıklama, öbür taraftan üstü kapalı bir iftihar da barındırıyor. Temel, insan hakları gibi evrensel değerler üzerinden bir pozisyon savunusu korundukça, ekonomi de kendiliğinden bu haklar manzumesinin rayına girecek diye düşünülüyor. Dolayısıyla üzerine düşünülmeye değer bir mücadele alanı olmaktan, kolaycılıkla çıkarılıyor. Ekonomi politik “temsilî demokrasinin” bir alt bileşeni hâline geliyor. Böylece tersinden bir Althusser'cilik, insan haklarının iyi niyet taşlarıyla döşediği AB'nin içinde bulunduğu şu anki çıkmazı anlaşılmaz kılıyor. Ya da kaba bir tarihselcilik piyasanın genişlemesini (mesela “otantik burjuvazinin ortaya çıkışını”) olumlu sayarak bu genişlemenin devasa yapısal sorunlarına kulak asmıyor.

 

İşte bu yüzden AB ekonomisinin son üç yılda temelden sarsıldığı, Avrupa'nın an itibariyle iktisadî nedenlerle çözülme noktasına geldiği, iktisatçı Wolfgang Streeck'in deyişiyle “piyasa liberalizmi ve demokrasinin uzlaşmaz birlikteliği”nin su yüzüne çıktığı şu dönemde, AB'yi düşünce ufuklarının en ilerici noktasına oturtanlar arasında ciddî bir analiz çekimserliği kol geziyor. AB hâlâ “eğer parçası olsaydık inşaatta insanların ölmeyeceği bir ülke hâline gelirdik” şeklinde, “bir medeniyet beşiği” olarak tahayyül ediyor. Nurdan Gürbilek'in Madunun Dili kitabında anlattığı, Batı’ya bakınca medeniyet, ilericilik, sosyalizm gören ancak Türkiye'ye dönünce ecdadının nevi şahsına münhasır özelliklerini, merkez-çeper ikilemini tespit eden Cemil Meriç misali, Avrupa her zaman peşinden koşulacak bir hayal olarak düşün dünyamızın vasatını domine ediyor. Bu da Avrupa'nın son 40 yılda uğradığı duraklar eleştirel bir süzgece tâbi tutulmadan, “Türkiye'nin özgün şartları” her daim muhayyel ve mükemmel Avrupa'dan ayrıştırılarak, ve ekonomi es geçilerek sahne alıyor. Peki bu “muhayyel ve mükemmel” Avrupa aslında 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren nasıl bir dönüşüm geçirdi. Bu dönüşümün sınıfsal-iktisadî temelleri neler? Şimdiki derin kriz nasıl bir Avrupa resmi çiziyor? (Devam -->)