Bantmag

JAMES SWIRSKY VE LISANNE PAJOT'NUN BERABER YÖNETTİKLERİ “INDIE GAME: THE MOVIE”, ADINDAN DA ANLAŞILACAĞI ÜZERE, 2000'Lİ YILLARIN ORTALARINDAN İTİBAREN HIZLA YÜKSELİŞE GEÇEN BAĞIMSIZ OYUNLARI VE BU OYUNLARIN YAPIM SÜREÇLERİNİ ELE ALIYOR.

 

Oyun jargonuna ben de geçiş yapıp yazının geri kalanında filme IGTM şeklinde hitap edeceğim. IGTM, hikâyesini, üç tane çok başarılı bağımsız oyun ve bu oyunları yapanlar üzerinden kuruyor. Son dönemde yazdığım birçok belgesel gibi, bu film de sonuna doğru kahramanlarımızın başarıya ulaşması için nefeslerimizi tuttuğumuz bir yapıya sahip. Braid, Super Meat Boy ve Fez oyunlarının yaratıcıları, ortalama 3 yıl boyunca, hayatlarındaki diğer her şeyi durdurup, parasız kalıp, sosyal olarak izole olup, her anlamda sağlıksız bir çalışma sürecinin sonunda yarattıkları oyunlarını piyasaya sürmeye çalışıyorlar. Bu oyunlar “indie” şeklinde adlandırılıyorlar, çünkü arkalarında parasal bir destek veren büyük firmalar yok. Ekipler bazen tek kişiye bile düşebiliyor. Ama 90'ların başından itibaren gördüğümüz indie alt-kültürünün ana akımdan rol çalıp, hattâ zaman zaman onun yerine yerleşmesine paralel olarak oyun sektöründe de bu gelişmeler yaşanıyor ve bu bağımsız oyunlar tüm zamanların en çok kâr eden girişimleri hâline geliyorlar. En azından filmin ele aldığı üç oyunun mutlu son hikâyesi bize bu umudu veriyor. Hayatının geri kalan zamanında garsonluk yapacak olan “indie” oyun yapımcılarından tabiî ki bahsetmek istemiyoruz. Zavallı şeyler!

 

İlk hit bağımsız oyunlardan olan Braid'in yapımcısı Jonathan Blow'un filmin başında ve sonundaki güzel konuşması ve kendisini ve içinde bulunduğu kültürü açıklaması hikâyeyi daha baştan sağlam bir temele oturtuyor. Büyük bütçeli yapımların giderek daha çok insana hitap edebilmek ve tabiî ki kâra geçebilmek için herkesi memnun etmeye çalışan optimum bir çizgi tutturması gerektiğinden, keskin olan tüm köşeleri yuvarlatmasından ve bunların sonucunda da gereğinden fazla öngörülebilir ve sıkıcı olmalarına yol açan durumdan bahsettikten sonra, bağımsız oyunların mükemmel olmayan yapılarının, oyuncuyla yapımcı arasında kişisel bir bağ kurduğundan ve bu bağın çok güçlü olduğundan ve asıl oyun oynamaktan alınan zevkin bu güçlü kişisel bağdan kaynaklandığından bahsediyor. İdeal bir arkadaşlık ilişkisi tasviri gibi duyulan bu analiz filmin belli yerlerinde de gördüğümüz gibi bağımsız kültürde birtakım çelişkiler yaratıyor. Bu oyunlar piyasaya çıkıp başarılı olduklarında, programcılar, bir yandan hâliyle para kazanmaktan veya ilgi görmekten memnun olurken, bir yandan da insanların tam olarak tasarladıkları oyunlarının özünü anlamamalarından şikâyetçi olduklarından ve yeni yalnızlık depresyonlarına girdiklerinden bahsediyorlar. İşte buna “indie gurur depresyonu” ismini verebiliriz. Bu sadece oyunlarda değil indie kültürünün tamamında karşımıza çıkan bir çelişki. Fez oyunun yapımcısı Phil Fish, bu çelişkisini çok güzel ifade ediyor. “Hem bu oyunları kendimiz için yaptığımızı savunuyoruz, hem de insanların en küçük yorumlarını bile çok hassas bir şekilde dinliyorum ve bekliyorum” diyor. Hoş, artık çok fazla ortalıkta bulunmasa da kendisini hâlâ Indie olarak tanımlayan birisi hemen neden bahsettiğimi anlayabilir. Hem kendi yaptığıyla sonsuz barışık olduğunu her fırsatta gösteriyor hem de en küçük bir eleştiride binlerce parçaya ayrılıyor, sinirleniyor, kinleniyor hattâ çoğu zaman da ana akım bir pop stardan daha da kendini beğenmiş ve umursamaz olabiliyor. Benim galeyana geldiğime bakmayın, bütün bu çelişkiler filmde  daha göze hoş gelen bir yumuşaklıkta ele alınıyor. Şimdiden bir klasik olduğu düşünülen Super Meat Boy'un yapımcılarından Edmund McMillen'ın aldığı bir ödül sırasında yaptığı evlenme teklifi ve aynı çifti Super Meat Boy'un yapım sürecinde izlemek çok duygusal ve keyifli oluyor.

 

IGTM, Sundance'de ödül de almış başarılı kurgusundan dolayı belli noktalarda kaptırıp, haydi Facebook'ta 100 “like” daha alırsınız, umudunuzu yitirmeyin, ha gayret, “trending topic” oldu olacak şeklinde bir heyecan duyarak izleniyor. Filmin müzikleri, isminde “indie” olan bir filmden korkulacağı gibi paçalardan akan yapma bir “indie soundtrack” değil tam tersine dozu iyi ayarlanmış bir yardımcı öğe şeklinde ortaya çıkıyor. Zaten müzikler son derece başarılı Swords And Sorcery oyunun müziklerini de yapan Jim Guthrie tarafından ele alınmış.

 

Yönetmenlerin ilk filmi olmasına rağmen Indie Game: The Movie sadece oyunlarla ilgilenenlerin değil, aynı zamanda bağımsız kültürle veya alt kültürlerle de uğraşanların zevk alacakları 94 dakikalık bir belgesel olarak tarihin henüz çok da tozlanmamış sayfalarındaki yerini alıyor. Devam filmi Hipster Games olabilir.