Bantmag

ŞÜKRAN MORAL, İTALYA'DA YAŞAYAN BİR PERFORMANS SANATÇISI. ÜSTELİK ONU DİĞERLERİNDEN AYIRAN CESUR VE MEYDAN OKUYAN TAVRININ ASLINDA HAYATININ İÇİNDE SİRAYET EDEN BİR BAKIŞ AÇISI OLDUĞUNU GÖRMENİZ MÜMKÜN.

 

Bu açıdan özgürlüğü gittikçe kısıtlanan Türk sanatçılara hayli olumlu bir etkisi de söz konusu. Üstelik bunu yaparken bedenine müdahalelerde bulunulan herkes için kendisini ve sanatını siper ediyor diyebiliriz…

 

Başlangıç noktası olarak sanatınızı takip edenlerin en çok takıldığı noktayı, “cesaret”inizi anlatmanızı istesem…

Buradaki cesaret olarak sanattaki tavrımdan bahsetmem gerek. Buna kendi sanatsal tavrım diyebilirim. Rutinin dışına çıkmak. Ben kendime “cesurum” demedim. Hep başkaları bunu bana atfetti. Demek ki döneme göre, yere göre yapılan şeyler alınan tavırlar. Sanatsal ve sosyopolitik tavrım buna uygun.

 

Bu sanatsal tavrınız Türkiye’ de ölüm tehditlerine varan tepkiler de aldı… İşlerinizi yurtdışında da sansasyonel ve provakatif buluyorlar mı?

Öncelikle, biz kendimizi Batı’yla çok karıştırıyoruz. Bu hem hakkımız. Doğal. Kıyaslamak geliştirir. Ama her zaman da kıyaslamak, sanki onların doğruları bizim doğrularımızmış gibi. Tabiî linç olayları oralarda yok. Çünkü geçmişte, Rönesans’ı yaşamışlar, aşamaları tek tek sindirerek, aydınlanmayı yaşamışlar. Bu konuda eksikliğimiz var. Aşağılıyor da değilim, kendi kompleksimiz.

 

Geçen süreç nasıl değişiyor sizce peki? Doksanlardan bu yana, sanatınızı icra ettiğinizi düşünürsek bu açıdan şimdi daha rahatladığınızı veya özgürleştiğinizi hissediyor musunuz?

Vallahi ben her zaman kafama göre takıldım. Hiçbir zaman “özgürlük var şu özgürlüğü kullanayım” diye yanaşmadım. Benim özgürlüğüm ve yapmak istediklerim kafamdadır. Kısıtlamalar olsa da her zaman istediğimi yapmaya çalıştım. Bir taraftan çağdaş sanat çok ileriye gidiyor, Batı da Doğu’yu görüyor… Bir taraftan da baskılar var ve artıyor. Türkiye bu açıdan çok basık ve çatışmalar içinde barındıran zor bir ülke. Bir taraftan da bienallerimiz var, şunlar var bunlar var… Negatif ve pozitif yanlar iç içe…

 

Taklit edilebilirlik ve örnek olma durumunuz da ortaya çıkıyor sanırım bu kendi özgürlüğünüzde.

Elbette geliyor. Benim de etkilendiğim sanatçılar vardı, zaman zaman dönem dönem hayran olduğum. O yüzden benden sonra gelenler de elbette etkileniyor. 

 

Bir yandan da hakkınızdaki nerdeyse tüm yazılarda “yurtdışında Türkiye dekinden daha çok tanınan Şükran Moral” diye lanse ediliyorsunuz.

Bence o beni bir savunma tavrı olabilir. Yani bana yapılan baskılardan dolayı böyle bir savunma tavrı alıyorlar. Üzülüyor olabilirler.  Bir yandan büyük bir değerlendirme var, bir yandan da tehditlere linçlere davranan bir davranış tarzı var burada.

 

Türkiye’den ne zaman ayrılmıştınız?

89’un sonuydu. 90’ların başı da denebilinir.

 

Neden ayrıldınız?

Nedenleri çok uzun ama nedenlerinin bir tanesi “Ben acaba Avrupa’da sıfırdan başlayarak birşeyler yapabilir miyim?” sorusuna cevap aramaktı. Kendime meydan okumaktı. Bir hiçten var olabiliyor muyum?

 

Peki Türkiye’de son dönemlerde ortaya atılan bu kürtaj yasasına ne demeli. Özellikle de 1996 yılındaki Jinekoloji Masası çalışmanız sanki zamanında bu işlerin, bu sansürün habercisi gibiydi…

N’apalım işte, sanatçıların da geleceği okuma gibi olumlu bir yükümlülükleri vardır. İyi sanatçılar geleceği de ön görürler, hep böyle olmuştur. Yani keşke görmeseydik ama maalesef hâlâ biz kadın özgürlüklerini tartışıyorsak “Kürtaj olsun mu olmasın mı?” yok “Şu kadar çocuk olsun” hattâ doğumun şeklini dahi bir şekilde sınırlarını çiziyorsak, sanatçının da yapacak bir şeyi yok. Sanatçının görevi de far olmak olur. Aslında aklı olan o ışığı görür ve kullanır.

 

Bu noktada sizce Türkiye’de insanlar kendi vücutlarına ve cinsel kimliklerine sahip çıkabildiler mi?

Evet, mesela bu kürtaj meselesinde ben çok şaşırdım. Erkekler de sesini epey çıkarttı. Güçlü bir hayır vardı. Demokratik tavır hiç olmayacak şekilde beni şaşırttı

 

Zaten birçok sivil toplum örgütünden katılanlar oldu. Eşcinseller, travestiler, lezbiyenler, herkes oradaydı…

Evet, topluluk benim de beklemediğim olumlu bir karşılık aldı, büyüdü. Ama bizde kadınlar dünyanın hiçbir yerinde olmadığı gibi haklarını çok önce aldıkları için, şu anda bu haklarını koruma savaşı veriyorlar biraz. Yani eğer bunun kıymetini bilmezlerse bunu da kaybedebilirler

 

Ve en son geçelim partneriniz ile kalabalık önünde seviştiğiniz Amemus’ a… Ne demek Amemus?

Latince “sevelim, sevişelim.” Aslında biraz ironik bir şey, “savaş yapma seviş”e biraz gönderme.

 

Türkiye de bunun gösterilmesi gibi bir durum oldu mu?

Mümkünü olmaz. Benim çağdaş sanatta aldığım en büyük tepkiyi aldım bu iş ile…

 

Yaptığınız işlerle ilgili karma sergi proje gibi bir projeniz var mı?

Karma sergi değil de, kitap veya film yapmak gibi projelerim var. Ve ayrıca yakında da projelerim var. Hep olacaktır.