Bantmag

PARİS VE NEW YORK ARASINDA İLHAM KOVALAYAN BİR HAYAT İÇİNDE KENDİNİ MÜZİĞE TESLİM ETMİŞ BİR RUHUN HAYALCİ, KARANLIK VE TEDİRGİNLİK VERİCİ GÖRSEL DÜNYASINA DİKİZ ATIYORUZ…

 

Yakın geçmişe dair iz bırakan ve asi imgeler Julien Langendorff’un işleriyle günümüzde kendilerine eşsiz alanlar açıyor. Mürekkep çizimleri, kolajlar, modası geçmiş bir erotizm, kuru kafalar, çiçek çocuklar… Hiçbir bilgisayar çizimi bu rengârenk ve lanetli kâğıt kesiklerinin yerini tutamaz, orası kesin! Langendorff’a bakarken, içinde bulunduğumuz çağın görsel çöplüğünde kaybolmaktan korkmanıza gerek olmadığını anlayacak ve Freddy Krueger’in nefesini ensenizde hissettiğiniz günleri hatırlayacaksınız. Aynı zamanda müzik de yapan Langendorff’la sizin için muhabbete koyulduk.

 

Paris doğumlu bir sanatçı olarak New York’taki hayatın nasıl başladı. Şu an New York ve Paris arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsun?

New York’u 2000 yılından beri sık sık ziyaret ediyordum. Orayı gerçekten çok seviyorum. 19 ya da 20 yaşındayken New York’ta ilk yazımı geçirmiştim ve harikaydı. 2008’de orada mükemmel bir kış geçirdiğimi de hatırlıyorum. Williamsburg’de bir galeride sergim vardı ve o zaman Brooklyn müzik adına çok heyecanlı bir yerdi. Birçok grup yeni yeni başlıyordu ve Death by Audio, Market Hotel gibi mekânlarda her gece başka bir konser oluyordu. Şu Vivian Girls denen grup bir kez evimde çalmıştı. Elbette Cassie Ramone’a âşık olmuştum.

 

Şu an New York ve Paris arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsun?

İkisi arasında mekik dokuyorum. New York’a temelli yerleşmeye meyilli olsam da son zamanlarda her iki şehrin de kendine has güzellikleri olduğunun farkına iyice vardım. O yüzden bir nevi göçebe gibiyim denebilir. Paris’e mayıs ayında geri geldim. Fransa’da çalıştığım galeride (Galerie du Jour agnès b.) bir sergi hazırlıyorum. Yazı burada geçirmeye karar verdim çünkü Avrupa’da olmaktan da büyük keyif alıyorum.

 

Bant Mag. İstanbul’da yerleşik bir dergi ve bu yüzden bazen New York’tan çok fazla müzik ve sanattan bahsediyor gibi hissediyoruz. Yani dünyanın her yerinde çok harika şeyler oluyor, sürekli New York’tan bahsetmek bize tek taraflı gelebiliyor. Ama öte yandan, gerçekten de New York’ta –özellikle sanat adına– çok heyecan verici şeyler oluyor. Bu konuda sen neler söylersin?

Bence her yerde çok güzel işler ve harika sanatçılar var. Ama şu bir gerçek ki konu müzik ve sanata gelince New York çıldırtıcı derecede heyecan verici. Bu şehrin enerjisi bana çok ilham veriyor. Coğrafî durumlar üretimi aşırı derecede etkileyebiliyor. Bir de New York, içinde yaşamaya başlayınca kendini hemen bir New Yorklu gibi hissedebileceğin bir yer. Oradaki sanatçılar çok ciddî ve rekabetçi. Bu da çok güzel bir şey çünkü ben hırsı insanı yaptığı şeyi daha iyi yapmaya teşvik etmesi açısından önemli buluyorum. Sanıyorum orada daha iyi çalışabiliyorum, belki daha çok odaklanabiliyorum ve kesinlikle daha ilhamlı oluyorum. Paris takılmak için çok güzel bir yer ama şu an biraz ölü durumda. Yani bu benim düşüncem. Kimse alınmasın.

 

Söz konusu sanat olunca evrim de kaçınılmaz olabiliyor. Başladığın zamanlardan bugüne işlerin nasıl bir evrim geçirdi?

Yanılıyor olabilirim ama bana çok hızlı ve sürekli olarak evrimleşti gibi geliyor. Yani sürekli daha da iyi şeyler yapmaya başladım anlamında söylemiyorum bunu. Ama ben farklı alanlarda çalışmayı denemeyi çok sevdiğim için bana sürekli bir değişim var gibi geliyor. Kısa süre önce son sergim için Paris’e geldiğimde, New York’ta ürettiğim tüm işleri çerçevecime götürmek için buraya getirdim. Çerçevecim işleri görünce, “Oh, şimdi kendini çok daha iyi hissettiğini görebiliyorum” dedi. Bu bana komik ve biraz da ilginç geldi. Sanırım son zamanlarda daha az dramatik ve öncekilere kıyasla tamamen karanlık olan bir bölgeye girdim. Sanki son serilerimin tamamında bir şekilde gerçeküstü bir titreşim var. Belki korku vermekten ziyade daha hayalci şeyler yapıyorum. Tam olarak bilmiyorum aslında. Belki ben kendim öyle hissediyorum ve dünyanın da bunu görüp anlamasını istiyorum. Bunu netleştirmeye ihtiyacım vardı. Yani, tüm bunların neyle ilgili olduğunu… Anlıyorsun değil mi? Yani böylece bundan sonra belki beni ben yapan diğer şeyleri keşfetmek için kendime izin verebilirim.

 

Hayalî olaylar, mitler… İşlerin bunlardan bolca besleniyor. Ayrıca 60’lar ve 70’lere ait aykırı kültürlerin çok ilgini çektiğini söylemişsin. Sence bu estetikler günümüz popüler kültüründe kendini nasıl konumlandırıyor?

Yanılıyor olabilirim, ama ben şu an bu estetiklerin o kadar da çağdaş popüler kültürden çıktığını düşünmüyorum. Yani ben kendi dünyamda yaşıyorum ve artık yeni trendlerin, yeni grupların ya da yeni hareketlerin çok da farkında değilim. Bugün uyandığımdan beri sadece Alice Cooper ve Carole King dinledim mesela. Ama bence şu an bu daha çok 80-90’lar estetiği ve mesela o 70’lerin soft-rock dirilişinin tınısı ve görselliğiyle ilgili gibi geliyor. Yani Fleetwood Mac’i de çok seviyorum mesela. Her şey döngüsel zaten. Açıkçası, 90’lardan sonraki kültürel hareketlerin daha demode ve etkisiz olduğunu düşünüyorum. Öte yandan da, bir fotokopinin fotokopisinin fotokopisini çekme sürecinden her zaman ilginç bir şeyler çıkar… Bunları söylerken çoğunlukla müziği kast ediyorum çünkü bence müziğin popüler kültür üzerinde görsel sanatlardan daha büyük bir tesiri var.

 

Peki görsel zevklerine dönmek gerekirse, bu zevklerin izlerini çocukluğunda da sürebiliyor musun? Karanlık, sihirli ve belki de ürkütücü şeylere ilgin çocukken de var mıydı?

Bu ilginç. Evet, kesinlikle. Çocukluğum ve gençliğim boyunca hep bir korku filmi hayranı oldum. Lovecraft, Poe, kara büyü… Ayrıca farklı algı kademelerinin olduğuna inanan bir aileden geliyorum. Elm Sokağında Kâbus filmiyle aramda bir çekim ve itim ilişkisi olduğunu hatırlıyorum. Sekiz ya da dokuz yaşındaydım ve aşırı derecede korkuyordum. Her gece tıpkı filmdeki karakterler gibi Freddy kâbusları görüyordum. Ama bir yandan da filmi defalarca izlemekten kendimi alamıyordum. Sanırım bu benim yaratım sürecimi ve işlerimle kurduğum ilişkiyi bir anlamda özetliyor olabilir. Hattâ bir yere kadar kişisel yaşantımla kurduğum ilişkiyi de. Yani öyle sanıyorum…

 

Buluntu malzemeler kullanıyorsun. Kitaplar, resimler, eski seks dergileri, vs… İstediğin şeyleri bulmak adına şimdiye kadar en iyi sonuç veren yerler nasıl yerler oldu?

Genelde bitpazarları, kaldırım kenarları ya da çöp tenekeleri… Özellikle Paris’te, aradıklarımı bulacağımı bildiğim birkaç yer var. New York’ta daha plansız oluyor ama sonunda kendimi daha heyecan verici bir yerlerde buluyorum. Çünkü genellikle elimi gerçekten çok eski kitaplara sürmüş ve bana göre büyük sürprizlere dolu birtakım estetiklerle çalışıyor oluyorum. Bugüne kadar Buenos Aires ve Atina’da da çok müthiş şeyler buldum.

 

Çalışma ortamını tasvir edebilir misin?

New York’ta, Brooklyn’de, çok sevdiğim arkadaşım Maia Ruth Lee ile bir stüdyo paylaşıyorum. Kendisi oldukça zahmetsizce harika işler üreten biri ve bu çok hastalıklı bir durum! Stüdyomuz gerçekten özel bir yer, bir ağaç evde ya da yaratım ve iyi enerjilerle dolu bir çatı katında çalışmak gibi. Ayrıca alanı başka bir sanatçıyla paylaşmak ilginç bir şey, birbirimizin gurusu gibiyiz, sürekli olarak yeni işlerimizden bahsediyoruz. Paris’te kanalın yakınında kendime ait bir stüdyom var. Çok güzel bir alan, iyi ışık alıyor. Bir gece kulübünün en üst katında. İtiraf etmeliyim bu bazen tuhaf oluyor çünkü ben hep stüdyoların amacının sizi dış dünyadan izole etmek olduğunu falan zannederdim.

 

Şu an neler oluyor?

Paris’te, Galerie du Jour agnès b.’de yeni solo sergim açıldı. Oracle Blues isimli yeni bir kitap çıkarttım. Çok sınırlı sayıda, imzalı ve numaralı. Ayrıca diğer kitabım Black Mirrors da yeni yayımlandı. Shelter Press ve Galerie du Jour agnès b. tarafından basıldı. Birkaç sergi teklifi var üzerinde düşünmem gereken. Yazı Paris’te, buradaki stüdyomda çalışarak geçiriyorum. Bu şehir yazın o kadar boş oluyor ki, burada, bu hayalet şehirde çalışmanın ilginç olabileceğini düşündüm. Amerika’ya eylülde dönüyorum.

 

Müzikal dünyanda neler oluyor bu aralar? Canlı çalıyor musun? Şarkı yazıyor musun? Nasıl dinleyebiliriz?

Şu an birtakım sağlık sorunlarım olduğu için müzik konusunu ve performansları bir süreliğine ağırdan almam gerekiyor. Bu sebeple son altı aydır tamamen diğer işlerle ilgileniyorum. Biraz zoruma gidiyor bu, ama iyileşip yeni bir müzik projesine başlamayı iple çekiyorum. Müzik yapmayı çok fazla seviyorum. Aslında Paris’te kısa süre önce bir performans yaptım. Galerie du Jour agnès b.’deki sergim kapsamında…

 

Görsel işlerin ve yaptığın müzik arasında nasıl bir ilişki var?

Tam olarak bilmiyorum, her ikisi de aynı ifadenin farklı bölümleri sanırım. Ama birbirlerine belirli bir yansımaları ya da birbirleriyle belirli bir bağlantıları olduğunu düşünmüyorum. Aslında müziği insanlarla birlikte yapmayı çok seviyorum, öte yandan görsel işlerden keyif almamın sebebi de yalnızlığın bir parçası olması.