Bantmag

2010 yılında, MoMA'da sergilenen ve yoğun tanıtımı yapılan retrospektifi ve sergi boyunca sürdürdüğü, kariyerinin zirvesi sayılabilecek, The Artist Is Present işiyle süperstar kategorisine geçen performans sanatçısı Marina Abramovic hakkındaki bu belgesel, Temmuz ayında HBO'da yayına girmeden önce, iki hafta boyunca New York'daki bağımsız, kar amacı gütmeyen Film Forum sinemasında gösterildi. Gördüğü yoğun ilgiden dolayı da gösterimi uzatıldı. "1970'lerin başından beri alternatif sayılıyorum, 63 yaşına geldim artık alternatif olmak istemiyorum" diyen bu son derece karizmatik ve başarılı sanatçının çekim alanına insan hemen giriyor ve bu isteğine kavuştuğu için kendisini son derece mutlu ve huzurlu hissediyor.

Evet, Marina'nın bakışları o kadar etkileyici ki, belgeselin yönetmeni Matthew Akers da kendisini tamamen ona teslim etmiş gözüküyor. Zaten bazı yerlerde Akers'dan yönetmen olarak değil ‘kaydeden kişi’ olarak bahsediliyor. Merak edenler Akers'ın IMDB'deki profil fotoğrafına bakabilirler. Film biyografi ve tanıtım filmi arasındaki ince çizgi üzerinde yürümesine rağmen, Abramovic'in işleri ve kişiliği o kadar çekici ki, yönetmenin kamerasıyla sanatçının yanında olması izleyici açısından yeterli oluyor.

Filmin ilk yarısı Marina Abramovic'in geçmiş işleri üzerinden, bol arşiv görüntüleriyle tanıtılması şeklinde yürüyor. 1946 Yugoslavya doğumlu olan sanatçı bize kendisini anlatırken, en önemli iki özelliğinden birisi olan tinsel yaklaşımını anneannesinin sevgi ve şevkatından aldığını, diğer belirleyici özelliği olan katı disiplininde ise Tito'nun milli kahramanlarından olan anne ve babasının etkisi olduğunu söylüyor. 1976'dan itibaren Alman sanatçı Ulay (Uwe Laysiepen) ile beraber çalışmaya başlıyor. İkisinin de çıplak, birbirlerine çok yakın durdukları ve ziyaretçilerin onlara ancak sürtünerek geçebildikleri dar bir koridordaki performansları Imponderabilia veya Ulay'ın elinde kurulu bir ok tuttuğu, Marina'nın da sadece yay'ı gererek kendisini geri bıraktığı Rest Energy bu dönem işlerinden hemen ilgi çekenleri. İkilinin uzun süren bürokratik engelleri aşarak Çin Seddinin iki ayrı ucundan başlayarak birbirlerine doğru yürümeleriyle beraber film kendisini uzun bir süre bu romantik hikayeye bırakıyor. Tabi bu epik aşk hikayesi Ulay'ın asistanıyla olan kaçamağı sonucunda sona eriyor. Ama belli ki ikisi de hayatlarının duygusal olarak en yoğun ve güzel zamanlarını yaşamış oluyorlar. Filmin en önemli bölümü ve amacı da bundan sonra daha belirginleşiyor; MoMA'daki serginin yapım süreci ve tabi ki serginin odağındaki en son performansı The Artist is Present.

Marina sergi boyunca 700 saatten daha fazla süre boyunca MoMA'nın açılışından kapanışına kadar, set ışıkları altında, kırmızı bir elbise içerisinde bir sandalyeye kuruluyor ve karşısına teker teker oturan ziyaretçilerin gözlerinin içine bakıyor ve hareketsiz kalıyor. Bu performans son derece başarılı bir şekilde, James Franco'dan Björk'e, Orlando Bloom'dan Sharon Stone'a kadar ünlüler ile birlikte yaklaşık 750.000 kişinin ziyaret ettiği, dışarıda fanların sıra beklediği, bazılarının ruhsal bir deneyim yaşadığı, bol gözyaşlı bir kitlesel deneyime dönüşüyor. Ve belgesel bütün bu süreci bize göstermekte bir hayli başarılı oluyor. Duyguların en yükseldiği anlardan biri de tabi ki Ulay'ın Marina'nın karşısına oturması. İkilinin, yaşanan o kadar deneyimin üzerinden geçen yıllar sonrasında birbirlerinin gözlerinin içine bakarak oturmaları her film yapımcısının peşinde koştuğu bir an yaratıyor.

Konusu çok güçlü olduğu için kendisi gölgede kalan belgesellere verilecek örneklerden biri olan bu film, iddiasız görevini kesinlikle yerine getiriyor. Marina'nın işlerini, kişiliğini daha yakından tanımamıza yol açıyor. Sergiyi gezenler için bir yapım belgeseli niteliği taşıyor, sergiyi görmeyenlere de bir fırsat daha vermiş oluyor. Bunlara rağmen bende ana karakterinin uzun uzun alkışlandığı, başarı odaklı filmlerin yarattığı bir tortu bırakıyor. Sergiyi gezerken aldığım zevk, hırslı küratör Klaus'u yakından gördükçe soluklaşabiliyor. Ama en azından Marina'nın karşısına oturan ve bir hayli itici olabilen fan'ların yüzlerini arka arkaya izledikçe, MoMA'daki performansının ne kadar zorlu olduğunu tahmin edebiliyorum.