Bantmag

Jeff Beam - Be Your Own Mirror / Self Released

 

Gitarını eline alan herkesin kendini ozan ilan ettiği şu dönemde gerçekten nitelikli bir akustik gitar albümü dinlemek çok sevindirici oldu. Jeff Beam'in Bandcamp sayfasından yayınladığı yeni albümü Be Your Own Mirror akıcılığıyla ve şarkı yazımındaki rahatlıkla benzerlerinden ayrılıyor. Bu rahatlığı da şöyle açıklayabiliriz; şarkılar kesinlikle birbirlerine benzemiyorlar ve Beam'in yapabileceği her şeyi denemeye çalıştığı hissini taşıyorlar. Sadece akustik gitardan çalınmış bir akor dizisi üzerine şarkılar da var ama tamamen ritim ve bas yürüyüşü üzerine kurulmuş, neredeyse Can şarkısı olabilecekken olmamış şarkılar da var. Tabii bu özgürlük albümü bir çorba yapmaktan ziyade dinlemesi zevkli bir çalışma haline getirmiş. Üstelik istediğiniz fiyata edinebiliyorsunuz! (C.K.)

 

Jeff Beam – “Hospital Patience”

 

Cold Specks - I Predict A Graceful Expulsion / Mute Records

 

Kanadalı şarkıcı Al Spx'in sahne ismi olan Cold Specks'le yayınladığı ilk albüm olan I Predict A Graceful Expulsion, Mute Records takipçilerinin bir süredir merakla beklediği albümlerden biriydi. 2011 sonlarında yayınladığı ilk single olan "Holland", sakin ilerleyişi ve akıcı vokal melodileriyle albümle ilgili aslında çok fazla ipucu veriyor. Yer yer şarkı yazımı açısından Isobel Campbell'ı anımsatan Kanadalı şarkıcının albümü, bu yılın en gösterişsiz ama en akıcı albümlerinden birisi. (C.K.)

 

Cold Specks – “Blank Maps”

 

The Smashing Pumpkins – Oceania / EMI

 

Hürmette kusur etmeyi kesinlikle istemem ama arada yaşanan onca kötü deneyime rağmen, tutup da The Smashing Pumpkins’in yeni albümünü dinlemeye koyulmuşsam eğer, sadakatimin büyüklüğünü başka sözlerle anlatmaya gerek yok. Vaktiyle harika albümler yaratmış büyük grupların her yaptığını, o güzel parlak dönemler üzerinden değerlendiren ya da söz konusu grupların hala muhteşem işler çıkarmasını bekleyen yorumculardan pek haz etmem. Benim başlangıçta ima ettiğim kırgınlığım tamamen duygusal nedenlerden ve Billy Corgan’dan kaynaklanmakta. Corgan ile yıllar içerisinde geliştirdiğimiz aşk nefret ilişkisini burada anlatmam ise uygun olmaz. Kırılan hayaller ve hüsran yaratan albümlerden sonra The Smashing Pumpkins’in yeni albümüne dair beklentilerim ne kadar büyük olabilirdi ki? Peki Corgan’a ne oldu ki böyle sağlam bir albümle geldi? Oceania The Smashing Pumpkins’ten duymaya alıştığımız sesler bütünlüğünü sunuyor yine bizlere. Her zamanki gibi yoğun gitarlar albümün tamamına hakim ve yine elektronik sesler de albümde kendine yer edinmiş. “Quasar” ile açılışı yapan Oceania özlemle andığımız The Smashing Pumpkins günlerine götürüyor bizi. Bu arada, The Smashing Pumpkins deyip duruyoruz da, Billy Corgan dışında The Smashing Pumpkins’ten geriye ne kaldı ki? (S.M.)

 

The Smashing Pumpkins – “Panopticon”

 

Bobby Womack – The Bravest Man In The Universe / XL Recordings

 

Yeni albümün adı ise oldukça manidar The Bravest Man in the Universe yani evrendeki en cesur adam. Belli ki Womack başına gelenlere istinaden çıkış noktasını bu ifade ile buluyor. Yaşamış olduklarının karanlık ve kırılgan yansıması olduğu gibi bu yeni çalışmaya taşınmış. Womack’ın yaşadıkları acı bir ortamda albümün genel havasını oluşturuyor. Britanya’nın en saygın alternatif müzik firması XL Recordings tarafından basılan albüm Womack’in 27. üretimi olarak raflarda yerini aldı. Önceden iki defa daha birlikte çalışan Damon Albarn’ın da beste konusunda katkıda bulunduğu çalışma sanatçının on iki yıldan beri gelen ilk üretimi. Burukluk kokan bir melodik silkelenme.

 

Albümde özel yerlere konumlandırılmış sanatçılar yer alıyor. Bunlardan en çok dikkat çekeni pek fazla beğenmediğim ve zaman zaman şiddetle eleştirdiğim Lana Del Rey. Womack ile birlikte seslendirdiği “Dayglo Reflection” belki de albümün en başarılı parçası. Özellikle LDR’in burada büründüğü karanlık tonlama inanılmaz etkili. Albümün dikkat çeken bir diğer parçası ise son zamanlarda oldukça başarılı ikili çalışmalara giden World Circuit’un yeni keşfi Malili Fatoumata Diawara. Womack’e “Nothin’ Can Save Ya” parçasında eşlik eden sanatçı kanımca albümün en başarılı bestesine imza atıyor. (Z.S.Ş.)

 

Bobby Womack (feat. Lana Del Rey) - “Dayglo Reflection”

 

Hildur Guðnadóttir - Leyfðu Ljósinu / Touch

 

En son ne zaman bir müzik ile huzurlu bir uykuya daldınız? Günümüzdeki ses kirliliği içerisinde bu tür ayrıcalıklara ulaşmak pek kolay olmamakta. Olsa da, müzik o kadar kötü ki cidden uyutuyor. Ancak Hildur Guðnadóttir’in yaptığı müzik güzelliği ile insana bir sükûnet veriyor. Dinlerken ulaştığınız atmosfer huzurun tanımlanmamış bir durağı. Sizleri bekliyor, kavrıyor ve zamanı geldiğinde ise sarsıyor.

 

İzlandaca “ışığa izin ver” anlamına gelen Leyfðu Ljósinu çellocunun en son uzunçaları ve yukarıda giriş tanımıma birebir paralellik gösteren bir üretim. Mount A ve Without Sinking çalışmalarından sonra gelen bu üçüncü oluşum sanatçının çellosuna daha bir sarıldığı, kırk dakika sınırını aşmayan, iki parçadan oluşan bir eser. Sadece çello ve sanatçının kendi vokallerinden oluşan enstrümanların katmer katmer işlenişi senfonik boyutta.

 

Hemen sadede gelip bu çalışmada yer alan ses sentezinin çok başarılı olduğunu ifade edelim. Özellikle ses mühendisi Tony Myatt’ın emeği çok önemli. Tony Myatt öyle aşina olduğumuz kıyıda köşede kalan ucube ses mühendisleri gibi değil, tam aksine bir bilim adamı. Özellikle 1995’de David Malham ile kaleme aldığı “Three dimensional sound spatialisation using ambisonic techniques” bilgisayar müziğinde bilimsel anlamda çığır açtı. Albüm kitapçığında da ifade edildiği üzere, zamana ve mekâna sadık kalınmış, albüm tamamıyla canlı kaydedilmiş ve sonra en ufacık bir teknik makyajlamaya maruz kalmamış, kendi gelişim süreci içerisinde yoğrulmuş.

 

Müzik endüstrisinin hantallığı içerisinde bilinçli ruhlar bir arayış içerisinde. Hildur Guðnadóttir bu arayışa masum ve kişisel olarak cevap veriyor. Arayışları cevapsız bırakmıyor. (Z.S.Ş.)

 

Hildur Guðnadóttir – “Prelude”

 

Niyaz – Sumud / Six Degrees

 

Niyaz aslında çok uzun bir yolu çok kısa bir sürede kat eden bir ekip. 2005 tarihli kendi adlarını taşıyan ilk albümlerinden sonra 2009’da Nine Heavens adlı albümleri ile yeniden karşımızda olan ekip mistik ritimleri, büyüleyici elektronik müzik ile harmanlıyor ve kalabalık dünya müziği kulvarında sivrilerek kendine haklı bir yer ediniyor. Azam Ali tarafından kurulan ekip ismini hem Farsça hem de Urduca “yakarış” anlamına gelen “niyaz” kelimesinden alıyor.

 

Ekibin Mayıs’ta piyasaya çıkan en son albümü Sumud kültürel diaspora ve etnik azınlık konularına giriyor.

Bunu yaparken de sadece kültürel veya üslupçu sınırları geçmekle kalmıyor, yüzyıllar arasında bir müziksel gelgit yaşatıyor dinleyenlere. Ortaçağ Pers şiirselliği ile İran geleneksel müziğini birleştiren üçlü hiç şüphesiz günümüz dünya müziğinde evrensel trans geleneğinin en başarılı temsilcisi.

 

Niyaz bu albümlerinde Kürt, Türk, Afgan, Filistin, Hint ve İran müziklerini ve kültürlerini bir araya getirerek elektronik müzik ile harmanlıyor. Ortaya oldukça karmaşık bir yapı çıkması beklenirken aksine Carmen Rizzo hünerlerini gösteriyor ve böylelikle sağlam bir alt yapıya oturtulmuş dinlemesi oldukça kavrayıcı bir çalışma yaratılıyor. Grup bu üçüncü albümü Sumud ile geleneksel ve modern dünya müziği arasındaki boşluğu doldurmaya devam ediyor. (Z.S.Ş.)

 

Niyaz – “Parishan”

 

Metric – Synthetica / Metric Music International

 

Delidolu Metric bugünlerde internet âleminin en favori paylaşımlarından. Synthetic isimli yeni albümüyle hareketli ve enerjik kız gücünün sembolü… Gününüze can gelmesini istiyorsanız bir doz hatta bir doz aşımı dinleyebilirsiniz. Kendinizi biraz ekose etekli ya da boru paça pantolonlu lise yıllarınızda bulabilirsiniz. Ziyanı yok. Zıplamak, rövaşata atmak serbest. (S.U.)

 

Metric – “Synthetica”

 

Piano Magic - Life Has Not Finished With Me Yet / Second Language

 

Shoegaze’in en naif gruplarından Piano Magic, az depresif yeni albümüyle bu yazın dark side’ı. Hava güneşli ve biz neşeliyiz felsefesine tamamen ters, yaz sadece sonbahardan önceki mevsimdir anlayışıyla, bize tatlı kaşığıyla sonbaharın melankolisini tattırıyor. Piano Magic’in kendine has bir dünyası var. Bu dünyada her şey minimal ve mistik. Life Has Not Finished With Me Yet dinleyenleri Piano Magic’in o özel dünyasına gönderiyor. Aşırı hüzünlü sesiyle Glen Johnson’ın, en önden kestiği biletle. Albümün tek neşesi ise “Waking Up” cover’ı. O kadar siyahın içinde seçebilirseniz tabii. (S.U.)

 

Piano Magic – “Jar of Echoes”

 

Hot Chip - In Our Heads / Domino

 

Gözlerimizin dans pistini arayacağı bir albümle karşımızda Hot Chip. Funk gitarlar, öne çıkan flütler, baslar, Alexis Taylor’ın yüksek perdeden falsetosu ve ev tipi parti atmosferi. Atari pop’u ve disko tekno’su. Her şeyden önemlisi fantastik bir şeyler var bu albümde. Mesela “These Chains” hiç de alelade değil. Kapattığınızda dahi beyninizin içinde sürekli çalıyor. Kristalize… Zaten albüm kapağının mozaik ikonları andırması da bir rastlantı olamaz. “Don’t Deny Your Heart” disko topu ışığı ve sis eşliğinde vantilatör önü dansı yapmaya teşvik ediyor sizi. “Motion Sickness” zorlu bir yarış, “How Do You Do” ise tam gaz bir gece etkinliği. Fakat her şey azıcık 80’ler, azıcık da 90’lar kıvraklığında. Bol pantolonlarla saç savurmalık. “Ends of The World” Kavinksy’nin arıza yol şarkılarını andırıyor. Dinlerken kaza yapmazsınız belki ama gece otostop çekenleri de fazla dikkate almayın. “Flutes” akla Justice’i getiriyor, sebepse o robotik çocuk korosu. Enerji verici ritmiyle on portakal gücünde. “Night and Day”inse durumu biraz karışık. Patlamaya hazır bir bombanın hangi ipini keseceğinizi bilememeniz gibi. Gerilimli. “Look At Where We Are” albümün en duygulusu. 80’lerin slow’larından hallice. “Always Been Your Love”ın da ondan geri kalır yanı yok. “Let Me Be Him” güneşli ve mutlu. “Now There Is Nothing” ise sahilde kokteyl eşliğinde dinlenebilir. Fazla eserse üstünüze bir şey alırsınız. Diskodan sahile nasıl geldik demeyin. In Our Heads’in sırrı isminde gizli. Siz kaptırın gerisi geliyor zaten. Mavi kırmızı ışıklardan plaj esintilerine süre giden nostaljik bir seyahatte. 

 

Görülen o ki Hot Chip’le uzun geceler bizleri bekliyor. DJ’ler hazırolda. (S.U.)

 

Hot Chip – “Flutes”

 

Neil Young & Crazy Horse – Americana / Reprise

 

Büyük üstadın ne zaman Crazy Horse ile çalışma yapacağını bekleyip dururken aniden karşımıza Americana ile çıkması büyük bir sürpriz oldu. Kanadalı usta şarkı yazarı Neil Young son dönemlerde Amerikan folk müziğine çok büyük bir ilgi gösteriyor ve bunu yaparken de Amerikan politik sistemine bir dünya vatandaşı kisvesi ile yaklaşıyor ve protest kimliğini ileri sürmekten de geri durmuyor. Americana ise Crazy Horse ile yaptığı klasikleşmiş şarkılarını anımsatırken özellikle kullanılan korolar ve şarkı yapıları açısından kendi solo albümü Living With War ile büyük benzerlikler taşıyor. Bunu yaparken arkasında ise eşi Pegi Young ve büyük usta Stephen Stills var. Folku bir kenara bırakıp rock müziğin uçsuz bucaksız deryasında Neil Young dinlemek büyük bir keyif. Genelikle geleneksel Amerikan şarkıların ve bir de Woody Guthrie’nin klasikleştirmiş olduğu “This Land Is Your Land”i barındıran Americana adlı albüm Neil Young’ın bu seneki ani çıkışı sayılabilir. (B.Ö.)

 

Neil Young & Crazy Horse – “Oh Susannah”

 

Joe Bonamassa – Driving Towards the Daylight / J&R Records

 

Joe Bonamassa’yı genellikle safi blues yorumcularından sanıyorlar, oysa ki kendisi blues ile rock müziği iyi bir şekilde sentezleyen ve Gary Moore’un izinden giden bir yapı sergiliyor. Driving Towards the Daylight ise son beş senedir bitmek bilmeyen yaratım sürecinin son meyvesi. Kendisi şöyle bir bakıldığında genellikle kendi besteleriyle değil de başka sanatçılara ait klasikleşmiş blues ve rock şarkılarını kendine özgü yorumlama süzgecinden geçirip de öyle sunması bakımından biraz kolaya kaçmış gibi gözükebiliyor. Hoş, kendi besteleri ve yorumladığı eserler oldukça hoş tınılar veriyor ve bu albümde de başta Robert Johnson olmak üzere Bernie Marsden, Willie Dixon, Tom Waits ve Bill Withers gibi usta isimlerin şarkılarını yorumlamış. Kendi yarattığı albümle aynı adı taşıyan “Driving Towards the Daylight” muhteşem bir şarkı. Blues’un rock ile sentezlenmesinden hoşlanan dinleyicilere… Bir Bonamassa klasiği değil ama eski albümlerini hatırlatan iyi bir albüm, orası kesin. (B.Ö.)

 

Joe Bonamassa – “Driving Towards the Daylight”

 

John Mayer – Born And Raised / Columbia

 

Bundan yıllar önce sessiz sedasız çıkıp kitleleri etkisi altına almak gibi büyüleyici başarıları olan bir gitarist John Mayer. Görünüşe bakılırsa bu albümüyle blues rock yönünü geri plana atıp folk rock ve akustik takılarak iyice durulmuş. Muadilleri Joe Bonamassa, Kenny Wayne Shepherd ve Derek Trucks elektrik gitarlarla sonuna kadar haşır neşir olurken kendisinin erkenden böyle bir albümle çıkagelmesi bundan sonraki müzikal stratejisi hakkında da ipuçları veriyor. Room for Squares albümüyle oldukça başarılı olan Mayer, Born And Raised’de Amerikan müziğinin sınırlarını öyle bir dolaşıyor ki her tattan her müzik mevcut. Amerikan Folk, americana, blues, country rock, gospel ne ararsanız mevcut. Koroların yanında harmonikasını iyiden iyiye çaldığı albümle aynı adı taşıyan “Born And Raised” başta olmak üzere “Shadow Days” ve “The Age of Worry” gibi başarılı besteler bu albümün gidişatını belirlerken Mayer’in bu albümü de yolları sevenlere ilaç gibi geliyor. (B.Ö.)

 

John Mayer – “Born And Raised”

 

Hannah Cohen – Childbride / Bella Union

 

Cocteau Twins’den Robin Guthrie’nin de kurucularından olduğu indie müzik plak şirketi Bella Union’un son buluşlarından birisi olan Hannah Cohen, şarkıcı/şarkı yazarı statüsünde daha genç yaşına rağmen inanılmaz başarılı bir ilk albüm ortaya çıkarmış. Indie folk ya da americana folk ne derseniz deyin Laura Gibson, Julia Stone gibi isimlerin izinden gidiyor. Bon Iver ve Anthony And The Johnsons üyelerinden de albümüne tam destek gelen Cohen’in ilginç bir ambiyansı mevcut. Bir taraftan jazzy vokallerini Norah Jones stiliyle süsleyip öbür taraftan indie folk’un derinliklerine dek yolculuğa çıkartan tarafı da mevcut. İçinde elektronik tınılı “Boy + Angel”ı ihtiva eden Childbride adlı albüm sizi nice dehlizlere sürüklüyor. Fotoğrafçılığı şarkıcılığı kadar başarılı mı bilemem ama bu çalışma birçok kişinin listesinde olacağı kesin. (B.Ö.)

 

Hannah Cohen – “Child Bride”

 

Tallest Man On EarthThere's No Leaving Now / Dead Oceans

 

Tallest Man On Earth'ün üçüncü albümü There's No Leaving Now, beklenildiği üzeri Kristian Matsson'un çalışmalarına büyük bir değişiklik getirmekten çok, aynı sade kalitede bizleri tekrar ovalara taşımaya geliyor. Mattson yine gitarıyla tek başına, fakat ilk defa, minimal de olsa, araya başka enstrümanlar da giriyor. İlginçtir sanki burada ilk defa Mattson'un bir acelesi yok. O uçsuz bucaksız doğa benzetmeleri bu sefer yavaş yavaş dökülüyor ağzından. Zarif ve güçlü bir şarkılar topluluğu There's No Leaving Now, ama tat aynı, seyircisi de aynı. (L.A.)

 

Tallest Man On Earth – Little Brother

 

CANThe Lost Tapes / Spoon & MUTE Records

 

Normalde burun kıvrılacak birşey üç CD'lik bir “kayıp kayıtlar” box set'i, fakat söz konusu CAN olunca, iş biraz başka oluyor. 1968-1977 boyunca kaydedilmiş 50 saatlik materyelden oluşturulmuş bu 30 şarkılık derlemeyi dinlerken hem CAN'in muhteşem jam tarzı çalışma stiline kapılınıyor, hem gün yüzü görmemiş soundtrack’lerin filmleri hayal edilebiliyor, hem de daha sonra yayınlanmış şarkılarında kullandıkları fikirlerin doğuşu seçilebiliyor. Bir de üstüne hediye misali grubun iki vokalisti Malcolm Mooney ve Damo Suzuki birden burada boy gösteriyor. Gruba daha önce pek vakit ayırmamış biri için uzunluğu biraz uğraştırabilir tabii, ama ağzına kadar muhteşem bir tarihle dolu bir set. (L.A.)

 

CAN – Dead Pigeon Suit

 

Dexys - One Day I’m Going To Soar / BMG

 

Dexys Midnight Runners tam 27 yıl sürmüş bir sessizliğin ardından nasıl oluyor da mükemmel bir zamanlama yapıyor, şaşkınlık verici bir durum. Solist ve asıl adam Kevin Rowland, bir süredir içini kemirmekte olan bu şarkıları tutarlı bir albüme dönüştürmesinde ulu klavyeci Mick Talbot’tan (Dexys Midnight Runners, Paul Weller, The Style Council) epey destek gördüğünü söylemiş. Zaten Rowland’a bu yeni albümde grubun 80’ler kadrosu kaldığı yerden eşlik ediyor. Özellikle “She Got A Wiggle” gibi orta tempodaki baladlarla devleşen albüm, aradan geçen zaman içinde kültleşen Dexys (bundan böyle bir kısaltmadan ziyade grubun resmi ismi) adına tatmin edici olmaktan da öte. Bu albüm henüz genç olanların “Yaşlanıyorum” bunalımlarını meşrulaştırıyor, uyarmadı demeyin. (E.S.)