Bantmag

YAKIN ZAMANLARDA İSTANBUL'UN BAĞIMSIZ GRUPLARINDAN BİRİNİN BASÇISIYLA OTURUP BU ŞEHİRDEKİ BAĞIMSIZ GRUP BOŞLUĞUNU KONUŞTUM...

 

İstanbul'daki bağımsız müzik (indie) sahnesinin boyutu (aşağı yukarı iki düzine grup ve çalabilecekleri bir avuç mekân) özellikle şehrin büyüklüğüyle kıyaslandığında, mikroskobik kalıyor. Karşılaştırmak gerekirse, aşağı yukarı İstanbul'un onda biri büyüklüğünde olan eskiden oturduğum şehir Portland, neredeyse 600'den fazla yerel gruba ev sahipliği yapıyor. Konuştuğum Türk basçı bunu duyduğunda, bu kadar çok insanın müzikten geçimini sağlayabildiği bir yerde yaşamanın kulağa ne kadar güzel geldiğini dile getirdi. Fakat bu ne kadar güzel bir düşünce olsa da, büyük bir yanılgı. Bu yüzlerce grubun arasında belki 20 tanesinin grup üyeleri kiralarını ödemek için barmenlik veya garsonluk yapmak zorunda kalmıyor. İşin özü şu ki, Portland, İstanbul veya başka herhangi bir şehirde, bağımsız müzisyenlerin çoğunun kendilerini geçindirmesi ve bunun bir uzantısı olarak da bağımsız kültürün ruhunu destekleyebilmeleri, mümkün değil.

 

Müzisyenlerin finansal durumu düşünüldüğünde, Steve Albini'nin “The Problem With Music” (Müziğin Problemi) başlıklı yazısının okunması şart. Albini'nin bu konudaki deneyimi iki boyutlu: kendisi hem Big Black ve Shellac noise/hardcore gruplarının solisti, hem de Pixies, Mogwai, Joanna Newsom, the Stooges ve Seattle'lı pek tanınmamış topluluk Nirvana gibi düzinelerce grubun prodüktörü/kayıt mühendisi. Maximumrocknroll için 1992 yılında kaleme aldığı bu makale, büyük plak şirketlerinin toy müzik gruplarını değirmen gibi ezip geçen yöntemlerini ele alıyor. Albini yazısında örnek olarak standart bir kontratı ve 250 binlik bir satışı varsayıyor, ki bu 90'ların parlak alternatif rock devri için oldukça gerçekçi bir rakam. Sonrasında da büyük bir özenle masrafları ve gelirleri, avansları, kayıt ve tanıtım bütçelerini, idari ve yasal temsilciliği, ve de bir düzine hesapta olmayan harcamayı dâhil ederek analiz yapıyor. Tüm bu hesaplamaların sonunda, albüm satıştan 3 milyon dolar gelir sağlıyor, şirket 710 bin dolar kazanıyor ve her grup elemanı da 4 bin 31 dolar 25 centle eve dönüyor.

 

Albini'nin bu genel fikrinin geçerliliğini korumasına rağmen, aradaki 20 yılda etkenler büyük bir değişime uğradı. 2012 yılında bir grup pasaklı müzisyen, hiçbir şekilde ne 250 bin avans alıyor olacak, ne de haftada 10 bin dolarlık turne desteği (plak şirketinin turne lojistiğini karşılaması: otobüs kirası, yakıt, ekip, tanıtım, günlük harcamalar, vs.) görüyor olacak. Ünite olarak satışlara bakıldığında da, 2010 yılında yayınlanan 75 bin 300 albümden sadece 4 bin 700'ü 1.000'den fazla satabildi. Bu rakamları bir dakika düşünün.

 

Günümüz koşullarını daha da iyi anlatmak için, bir alternatif country şarkı yazarı olan arkadaşımın tur menajerliğini yaparken kazandığım deneyimden de yararlanabiliyorum. Arkadaşım, diyelim ki adı Altan olsun, her gece bin kişiye çalmıyor, fakat ona çok bağlı bir hayran kitlesi, şarkı sözleri ve resimlerinden dövme yaptırmış birkaç kişi var. Hattâ ilk doğmuş çocuğuna adını veren bile mevcut. Son on yılın her birinin sekiz ayını da yolda geçirerek kazandığı bu başarı için çok çalışıyor. Yolda geçirdiği bu zaman boyunca da her gece gelen para, ertesi akşama bitmiş oluyor. 42 konser boyunca, kapıdan toplam 6 bin 497 dolar, satışlardan 5 bin 314 dolar kazandık. Giderler de şöyleydi: kendim ve müzisyenlerin günlük harcamaları için 2 bin 720 (kısacası bu deneyimi kazanmak için gönüllü olarak zamanımızı verdik), yakıt için 2 bin 56, organizatör sorumlusu için 447 (bu inanılmayacak derecede düşük bir miktar, çünkü konserlerin büyük bir çoğunluğu bağımsız promosyoncular tarafından ayarlandı), Altan'ın kişisel harcamaları için 1.025 (bunun aşağı yukarı 800'ü tarihi geçmiş faturaları ödemeye gitti), yolda gereken minibüsün tamirlerine 985 ve geri kalanlara harcamalar (grup müzisyenleri için dönüş uçak biletleri, ekipman, satılacak malların fiyatı, vs.) için de 2 bin 816 dolar. Sonunda, aşağı yukarı yedi hafta sonunda, Altan eve yaklaşık 1.200 dolarla döndü. Bu hâlâ anne babasıyla yaşayan 19 yaşında biri için sorun değil, fakat uzun dönemde –sağlık sigortası ve ipotek gibi harcamalar düşünüldüğü zaman– kesinlikle sürdürülebilir bir yöntem değil.

 

Başka bir yaklaşımı ele alırsak, eski oda arkadaşlarımdan bir tanesi, Pitchfork'taki namlı Best New Music (En İyi Yeni Müzik) unvanını kazanıp, Spin ve Rolling Stone gibi dergilerde yazılara konu olarak, hattâ the Yeah Yeah Yeahs'in Karen O'suyla beraber bir Converse reklamında da boy göstererek geçtiğimiz yıl indie müzik sahnesinin sevgililerinden biri oldu. Bu basın sevgisi her ne kadar birinin egosunu pohpohlasa da, oda arkadaşım hâlâ her ay bodrum katımızda yaşayabilmek için ayda 250 dolar ödüyordu. (Komedyen David Cross, başarısız bir şekilde bir evin kaporası için “hipster” itibarını kullanmaya çalıştığını anlatışını buradan seyredin.) Böyle bir durumda da kim Los Angeles'a uçurtulup Converse'in fotoğraf çekiminde boy göstermek için verilen 5 bin dolara burun kıvırır ki? Evet, belki Converse'in sahibi Nike, ve Nike kınanası birtakım işçi uygulamalarının sorumlusu. Fakat yapmanız gerekeni yapmak zorundasınız.

 

Kurumsal sponsorluğa, büyük plak şirketi kontratlarına (ki bunlar da gittikçe bağımsız gibi görünüp, çoğunlukla büyük şirketlerin sahip olduğu ufak şirketler) ve ticarî lisanslamaya taviz verdiren hareketler olarak bakmak kolay. Fakat işin aslı şu ki aç bir sanatçı olmak hiç de hoş bir şey değil. Artık romantikleşmiş, büyük sanatın büyük ıstıraptan geldiği düşüncesi teoride iyi hoş ama, eminim ki The Beatles elemanları gecelerini bir restoranın arkasında bulaşık yıkayarak geçiriyor olsaydı, Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band'i yapamazlardı. Başarıyı gözlemenin hiçbir sakıncası yok. Ama 2012'de bunu başarabilmek için, insanın kendini muhtemelen bağımsız kültürün ideallerine ters düşen şirketlerle suç ortaklığı yaparken bulacağıyla yüzleşmesi gerekiyor.

 

Peki bir grup tam olarak nasıl bağımsız işleyebilir? Bu alanda faziletin altın standardı post-hardcore grubu Fugazi'ye ait. 14 yıllık bir sürede kendi plak şirketleri Dischord aracılığıyla 3 milyondan fazla albüm satmış, yalnızca kurumsal bağlantıları olmayan mekânlarda çalmış, bilet fiyatlarını aşağı yukarı 5 dolar civarında tutmuş ve CD'lerle LP'ler dışında başka herhangi bir mal satmayı da reddetmişler. Bu modelle yakaladıkları başarı da onlara tatsız buldukları iş uygulamalarına katılmama özgürlüğünü ve hiçbir kurumsal denetimin vermeyeceği derecede politik açık sözlülüklerini sürdürebilme fırsatını verdi.

 

Eskiden bağımsız kültürün muamması “Herkes nasıl Fugazi olabilir?” idi. Bir sanatçı kitlesel ölçüde başarılıysa ancak o zaman azgın bir bağımsızlığa sahip olabilir. Bu da Fugazi kadar yetenekli, yenilikçi ve ilham verici olmayan grupların yüzde 99'unun sahip olamayacağı bir başarı. Fakat kültür öyle bir değişti ki, çoğu insan artık Fugazi'nin peşinden gitmeye çabalamıyor bile. Ticarî başarıya etik açıdan ödün vererek ulaşılabiliyor, erdem 9-5 arası çalışarak korunabiliyor; ve bu ikinci seçenek bağımsız kültürün devamlılığı için daha geçerli. Katılımcılarının çoğuna bir kariyer verememesine rağmen, sanatlarına finansal açıdan bağımlı olmayan gruplar, kâr hadlerine veya satış beklentilerine tutsak olmadan, kendi vizyonlarını takip etmekle iftihar edebilirler. Tutarlı bir müzik kariyerinin hayalinden kendi değerlerine ihanet etmemek için vazgeçmek zalim/acımasız bir takas. Fakat kültürü yozlaştırmadan korumak için gerekli bir fedakârlık.