Bantmag

NE OLDU DA BÖYLE OLDU ANLAMADIK. ZATEN BİR ANDA OLDU. BİR FURYA, BİR EĞİLİM SANDI ÇOĞUNLUK. BAZILARI LUNAPARK SANDI. BAZILARI İSE NEYİN GELDİĞİNİ VE NE KADAR BÜYÜYECEĞİNİ ÇOKTAN GÖRMÜŞ VE HESAPLAMIŞTI…

 

Şu veya bu şekilde üç boyutlu sinema denen şeytan icadı ortaya çıktı ve içimize yerleşti. Bir grup insan hâlâ bunun bir eğilim ya da heves olduğunu düşünüyor ama işin aslı öyle değil.

 

*Üç boyutlu filmin kökeni, çoğunlukla sanılanın aksine epey eskilere dayanıyor. Bazılarımız Avatar kadar geriye gidebiliyoruz ama ilk üç boyutlu filmin çekimi 1936 yılında Nazi Almanya’sı sırasında, iki adet otuzar dakikalık kısa filme dayanıyor. Üç boyutlu film denen iş için derinlik algılamada yaratılan yanılsamayla oluşturulan bir sinema filmi metodu deniyor. Peki biz üç boyutlu sinemadan ne anlıyoruz? Cevap verelim, patlamış mısır eğlenceliği!

 

*Üç boyutlu filmin izleyiciden aldığı ve verdiği şeyler var. İzleyiciye verdiği şey malûm. Uzun bir liste çıkartılabilir, üç boyutlu filmin çok katmanlı yapısıyla ilgili. Peki ya izleyiciden aldıkları? Çoğu insan üç boyutlu filmle barışamayan ya da bir şekilde içli dışlı olmayı reddeden insanları, eski kafalılıkla ve hattâ cahillikle suçluyor. Belli bir yere kadar haklı sayılabilirler. Zira yurtdışında sinema endüstrisinin gelişimi, ilerleyen teknik olanaklar ve geniş kitle alışkanlıkları, üç boyutlu sinemanın son derece uzun ömürlü bir yöntem olduğu yönünde.

 

*Martin Scorsese, Hugo'yu çektikten sonra bir daha üç boyutlu olmayan bir filme imza atmayacağını açıkladı. James Cameron da bildiğiniz gibi aklını üç boyutlu filmlerle bozmuş durumda. Avrupa'ya baktığımızda ise Yeni Dalga akımının kurucularından ve dünyanın en ünlü arthouse sinemacılarından Jean-Luc Godard'ın yeni filmini üç boyutlu çekmeye hazırlandığını görüyoruz. Diyeceğim o ki, geliyorlar! Dört bir koldan, dört nala, şahlana şahlana geliyorlar. Yani öyle “Ben 3D film izlemeyi reddediyorum” deyip geçmek kolay değil artık.

 

*Bu yazıyı kaleme alan yazarınız da, uzun yıllardır sinema tecrübesiyle arasına bir gözlükle sınır çekmeyi reddetmiş ve kendi duyguları, perdede olup bitenleri tek başına kavrayamayacakmış gibi bir duygu güçlendirici aksesuar yardımıyla, karşısındaki seyri daha güçlü kılma iddiasına kulak asmamış bir seyirci. Fakat artık onun da direnecek gücü kalmadı maalesef. Çünkü bu, cep telefonu kullanmayı reddetmek gibi bir şey. Senin dışında gelişiyor ve sosyopat olmakla ayak uydurmak arasında bir seçim yapmak zorunda buluyorsun bir şekilde kendini. Eğer sinemayla belli bir ilişkin varsa ve olup bitenleri takipteysen, üç boyutlu sinemadan kaçışın yok, bu kadar basit!

 

*Peki işin bu kadar net ve dolaysız şekilde kabul edilebilecek, son derece dandik yanları yok mu? Elbette var. O da sonradan üç boyutlu hâle getirilen ama aslında iki boyutlu çekilmiş filmlerin yeniden gösterime girmesi. Net bir biçimde söylenebilir ki bu, büyük bir yalan! Bu sonradan olma filmler yüzünden, filmlerini üç boyutlu film kameralarıyla çeken insanlar, filmlerini Real D hatırlatmasıyla piyasaya sürer oldu. “Bakın bu öz hakikî üç boyutlu film, yanlış anlaşılma olmasın” yazacaklar utanmasalar.

 

*The Lion King, Titanic, Beauty and the Beast, Finding Nemo gibi filmlerin üç boyutlu hâlde yeniden gösterime girmesi, hin yapımcıların ticarî bir marifetinden fazlası değil. O filmler iki boyutlu olarak çekildi ve hiçbir makyaj bu gerçeği değiştiremez.

 

*Peki, üç boyutlu sinema nereye gidiyor? Bu soruya tam ve eksiksiz bir cevap verebilmek çok zor ama şimdilik epey parlak bir geleceği olduğunu ve yakında bizleri Pina, Hugo ve The Cave of Forgotten Dreams gibi bu tekniğe başka anlamlar yükleyen daha nice sıradışı 3D tecrübesi beklediğini söylemek güç değil. Burada parlak ve ilginç bir şey buldular, eşeliyorlar, eşelemeye de devam edecekler. Panikleyip içine girmeyi reddetme hâlini ya da umarsızca tüketmeyi bir kenara bırakıp, ne olup bittiğini anlaya anlaya ilerlemekte yarar görüyorum.