Bantmag

MARLOWE VE GOETHE’NİN ESERLERİNE İSMİNİ VEREN PROTAGONİST FAUST, BU İLERİ GİTME MESELESİNİ DERT EDİNMİŞ KARAKTERLERİN EN BİLİNENLERİNDENDİR.

 

Onun dünya edebiyatındaki sağlam yeri, edebiyatı neredeyse en temel beslenme alanı olarak gören sinemanın da iştahını kabartmış olsa gerek ki, Faust sinema perdesinde de birçok kez kendine yer bulabilmiştir. Aleksandr Sokurov’un geçtiğimiz yıl çektiği ve Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ile ödüllendirilen Faust, eserin sinemadaki izdüşümlerinin en son örneği.

 

Sokurov, filmlerinde tarihî kişilikleri anlatsa da onları toplum içindeki yerleri ve statülerinden ziyade varoluşsal problemlerini ön plana çıkartarak aktarma yoluna gitmiştir. Karakterleri çöküş yaşamış ya da çöküşün eşiğinde bekler vaziyette, kimi zamansa çevresine duyarsızlaşmış kişilerdir. Resim sanatını dönüştürerek elde ettiği, sıradışı filtre ve lensler kullanarak görüntüyü yapı bozumuna uğrattığı biçimi ise, yönetmenin alamet-i farikası olmuştur.

 

Sokurov’un bu son filminde Faust karakteri, yıllarını bilgi açlığını gidermek için tüketmiştir. Lâkin bu sınırsız bilgi arayışının onu giderek temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak hâle getirdiğini ve dünyevî zevklerden de mahrum bıraktığını fark ettiği anda karşısında Sokurov’un tefeci kılığında bizlere sunduğu Şeytan’ı bulacaktır.

 

Tefeci’nin manipülatif tavırlarına karşı koyamayan Faust, onunla birlikte kasabada sürüklenmeye başlar. Bu yolculuk, Sokurov’un sıradışı sunumuyla artık bir bilgelik arayışı değil filmde arzu nesnesi olarak sunulan Margarete karakteri için olacaktır. Ancak ona ulaşmak hiç de kolay değildir. Margarete’i bir an evvel elde edebilmek için Faust’a Tefeci tarafından kolay bir yol sunulmuştur; ruhu üzerine bir anlaşmayı kabul ederse Margarete kolayca onun olabilecektir.

 

Sokurov’un bu serbest uyarlamasında bilgiye olan açlık ve arayışı değil aşkı ve şehveti merkeze yerleştirdiğini görüyoruz. Ancak Faust’un içsel yolculuğunu iyi-kötü düzleminde, kendine has teknikleri ve anlatım biçimiyle bundan 18 yıl önce sinema perdesine taşıyan usta bir isim daha var: Jan Svankmajer.

Çek yönetmen, gerçeküstücü öğelerin kullanımı, metaforik anlatımının gücü, absürd mizaha olan hâkimiyeti ve asıl olarak animasyon ve stop motion tekniğindeki ustalığı ile sinema tarihinde kendine çok sağlam bir yer edinmiş durumdadır.

 

Svankmajer, Faust’u uyarlarken de edebî eserin yoğun anlatımını metaforlar üzerinden gösterebilmek ve soyut olguları somutlaştırabilmek adına kendine özgü teknikleri en uç noktalara kadar uygulamıştır. Hâkim olduğu tüm özellikleri bir araya getirerek, en sıradışı Faust uyarlamalarından birisini ortaya çıkarmıştır.

 

Bir harita aynı gün iki kez karşınıza çıkarsa merak etmemek elde değildir. Faust ise ikinci kez karşılaştığında bile haritayı buruşturup çöpe atacaktır. Ancak doğaüstü güçler devreye girince seyirci için bir merak objesi olmaktan çıkan harita anlam kazanıp Faust’un yol haritası hâline gelir.

 

Faust’un harita aracılığıyla yönlendirildiği yer, bir tiyatro salonun kulisidir. Birçok odası bulunan bu mekân, âdeta Kafka’nın dehlizleri gibi sunulmuştur. Seçimini yapıp odalardan birisine giren Faust, kendini anne karnını sembolize eden cam bir fanusun içerisinde oluşan kilden bir bebeği izlerken bulur. Fanusu kırarak bebeğin doğmasını sağlayan Faust, büyüyle bebeğe can verir. Bebek, Faust’un hayat döngüsünü gösteren bir imgeye dönüşürken, bu imge karşısında ne yapacağını bilemez bir şekilde büyüyü bozan Faust, bu sefer de kendini iyi ve kötünün onu yönlendirme amacıyla yaptığı konuşmaları dinlerken bulur.

 

Faust’un öğrenme açlığını gidermesi için seçimini “kötü” olandan yana kullanmaya karar vermesiyle Mephistofeles’i çağırma ritüeli gerçekleşir. Svankmajer, Mephistofeles’i Faust’un siluetine büründürerek Faust’un kendisiyle yüzleşmesini sağlamaktadır. Faust ise oldukça kararlıdır. Ruhunu satacağı anlaşma için tek kuralı vardır: her isteğinin yerine getirilmesi. Ancak karar verici Mephistofeles değil, tüm kötülüğün başı olan Lucifer’dir.

 

Faust, Lucifer’den gelecek cevabı beklerken içsel yolculuğunu tiyatro salonunun dışına taşır, ancak dışarıda da yönlendirmeler bitmez. Masadan şarabın fışkırdığı sahneyse bu yönlendirmelerin en vurucusudur. Bunların sonucunda Faust kendini yine tiyatro sahnesinde bulacak, fakat bu sefer olayların hâkimiyetinin kendi elinde olmadığı gerçeğiyle yüzleşecektir. Bu ana kadar olan güçlü duruşu yavaş yavaş kaybolmaya başlayan Faust, malûm anlaşmayı kanı ile imzalar. Svankmajer, metafor dahi kullanmadan bizlere kötülüğün, iyiliğin ırzına geçişini izletmiştir.

 

Bilginin sırrına giden bu yolda ruhunu feda etmekten çekinmeyen, yaradılış sırlarından tutun da dünya üzerindeki farklı mekânları görmeyi ve hattâ Tanrı’nın huzuruna kadar çıkmayı isteyen Faust’un bu istekleri birer birer yerine getirilmeye başlansa da gördükleri beklentilerini karşılamayacaktır. Edindiği bilgilerle tatmin olmayan ve hayal kırıklığına uğrayan Faust, bu yolun ona kaybettirdiklerini fark edince Şeytan’dan uzaklaşır ve Tanrı’ya yakarır.

 

Bu yakarıştan memnun olmayan Şeytan’ın son bir kozu daha vardır: Helen. Arzularını dindirip şehvet gözlüğünü çıkaran Faust, tekrar baktığında Helen’in Şeytan’ın ta kendisi olduğunu anlayacaktır. Helen’in bir “succubus” olarak hikâye anlatısına eklemlenmesiyle insanoğlunun en büyük zaaflarından birisi olan şehvet düşkünlüğüne vurgu yapılmaktadır.

 

Anlaşmanın zamanı Faust’un beklediğinden daha çabuk dolmuş, ruhunu teslim edeceği gün gelmiştir. Faust, anlaşmaya rağmen ruhunu vermemek için çabalasa da anlaşma nettir.

 

İnsanlığın arayış üzerine olan bu kısır döngüsüne vurgu yapan Svankmajer, Faust’u döngüsel bir anlatım kullanarak uyarlıyor. İzleyenlerin karakterlere sarılması yerine dışarıdan bakabilmesi ve bu sayede sorgulamalarını en sert şekilde yapabilmeleri için oyuncuları insanî yapılarından uzaklaştırıp birer kuklaya dönüştürerek teatral bir düzende ortaya koyuyor.

 

Tiyatro da yabancılaştırma efektleri seyirciler üzerinde uygulanırken, Svankmajer film içerisindeki tiyatro seyircilerini, Faust karakteri için bir yabancılaştırma efekti olarak kullanıyor. Bu sayede Faust’un kendi içine dönmesi ve arayışını daha üst düzeylere taşıyabilmesi sağlanıyor.

 

Kukla, kil ve hamur gibi öğelerle gerçeküstücü bir yapı tasarlayan yönetmen, nasıl ki bu öğeleri şekillendirip imgeler yaratıyorsa izleyenlerin algılarını da bu imgeler aracılığıyla başkalaşıma uğratıyor. Ses kullanımında detaylara yaptığı vurgu ile de sadece görsel algılara değil işitsel algılara da etki ediyor. Algılarımızı bu denli yönlendiren Svankmajer, arayışın sadece Faust’a ait olmadığına işaret ediyor.

 

Edebî unsur olarak Faust ve onun sinemadaki yansımaları göstermektedir ki, insanoğlu her daim bir arayış içerisinde olagelmiş, bireyin özünün iyi ya da kötü olması konusunun irdelenişi de hep bu arayış üzerinden şekillenmiştir. Bu arayış, ister bilgi ister deneyim ister şehvet odağında olsun kişinin istek ve arzularının dış dünya ile olan çatışmasına odaklanır niteliktedir. İnsanoğlu mutluluğa, sonu gelmeyecek bu çatışmalar sonucunda ulaşacağına inanır.

 

Ne kadar ileri gidilebileceği sorusunun cevabı da burada gizlidir.