Bantmag

OYUNBOZANLIK VAKTİ

YAZI ULUS ATAYURT 

 

BELÂGAT VE HİTAP SANATINI TELEVİZYONDA SPOR MUHABİRLİĞİ YAPTIĞI SIRADA ZİYADESİYLE ÖĞRENEN GENÇLİK VE SPOR BAKANIMIZ SUAT KILIÇ İSTANBUL'UN YİNE YENİDEN OLİMPİYAT ADAYLIĞINI, BİZ KENTLİLERE ŞU YENİLKÇİ KENT ANLATISI İLE AKTARIYORDU. PARANTEZLER BİZDEN:

 

“Diğer şehirlerle ilgili yoruma gerek duymuyorum (bakan, Tokyo ve Madrid'i Fatih'in İstanbul'una rakip görmüyor). Tüm enerjimizi yoğunlaştırmamız gereken şey, bir kıtadan bakıldığında, diğer kıtadan devamı görülen tek şehrin İstanbul olması... 12 milyarlık Marmaray Projemiz ve Metrobüs projesi çok dikkat çekti. İki proje de olimpiyat komitesi tarafından gerçekten çok beğenildi.” (12 hatlı Madrid metrosu 293 kilometre, 13 hatlı Tokyo metrosu 328 kilometre, İstanbul metrosu ise henüz 20 kilometre uzunluğunda).

 

Ve nihayet İstanbul “yeniden sahnede”. Tamamı Başbakan Erdoğan'ın kariyeri boyunca olmak üzere, kentin beşinci olimpiyat adaylığı açıklandı. Hem ilk olimpiyat stadının “rüzgâr sorunu” çözülecek (Büyükşehir Belediye maçlarını izleyenler hatırlar, kalecilerin kendi degajlarından gol yeme riskleri oldukça yüksektir) hem de Haydarpaşa garı alanına, 100 bin kişilik, misafirlerin Boğaz ve tarihî kenti seyredebilecekleri, her nasılsa sökülebilir (Bakan kuvvetle muhtemel “yıkılabilir” demek istiyor) bir ikinci olimpik stat yapılacak.

 

Bugün kargaların kestane kırmak için kullandığı Kurtköy'deki Formula 1 pisti ve civarındaki emlak spekülasyonu, uçsuz bucaksız tarım arazilerini işgal etmiş, şimdilerde çoğu boş duran “şirin” ve birörnek siteler akıllarda soru işareti yaratmıyor belli ki. Ya da Sevilla'da bir Ballard romanından fırlamışçasına fütiristik ve bomboş duran Expo merkezinin Endülüs kargalarına ev sahipliği yapmasının bilgisi buraya ulaşmıyor. Aslında dünyanın hemen her ülkesinde yakın geçmişten fırlamış organizasyon artığı devasa yapılar yükseliyor. Bunlara en iyi örnek olarak aslında arada sırada bir konsere (hayırsever popstar Bono ve ekibinin bilumum kabine üyesiyle arz-ı endam ettiği konser gibi) ve en iyi ihtimalle senede bir iki spor etkinliğine ev sahipliği yapmak dışında bir halta yaramayan devasa Olimpiyat statları verilebilir. Yine de Bakan'ın ağzından İstanbul halkının yüzde 87'sinin olimpiyat organizasyonu istediğini öğreniyoruz. Buna şaşırmamaya çalışarak hepi topu 16 gün süren bir hadise için niye bunca yaygara koparıldığını anlamaya çalışalım. İşin özünün “olimpiyat ateşinin yaratacağı barış ortamı” ya da Bakan'ın deyişiyle “medeniyetler çatışmasına en büyük cevap” olmadığını idrak edelim.

 

“Mega-events”, Türkçe söylemeye çalışırsak “mega etkinlikler”, Megaprojects and Risk: An Anatomy of Ambition ( Mega Projeler ve Risk: Hırsın Anatomisi) kitabının yazarı, planlamacı Bent Flyvbjerg tarafından “üstü kapalı bir yalan kültürünün” bir yansıması olarak görüyor. Yalan zinciri de aslında bir yatırım ve rant aracı olarak kullanılıyor. Yani yatırımın her safhasındaki insanlar aslında dönen dolapları biliyorlar, ancak kimse hakikati söylemeye yeltenmiyor, “kral çıplak” demiyor. Flyvbjerg, bu durumu “vatanperverliğin” çoğu kez toplumların büyük kesimleri tarafından sorgulanmamasına da benzetiyor. Projelerin ihtişamı onların sorgulanmasını neredeyse imkânsız kılıyor. Peki ihtişamlı bu büyük kumpasın üç önemli yalanı ne?

 

Öncellikle maliyetler bilerek ve isteyerek düşük gösteriliyor. Mesela Atina Olimpiyatları'nın öngörülen bütçesi 123 milyon avroydu. Sonuçta, kamu bütçesinden 11,5 milyar avro harcandı. Bu ülke GSYMH'sinin neredeyse yüzde 4'üne denk geliyordu. İstisnasız tüm olimpiyatlar için geçerli olan bu yalan, taşeron şirketlerin kamu parasına, yani bizim cebimize el atmasına fırsat veriyor. Ardından elde edilecek kazanç abartılıyor. Televizyon gelirleri ve kısa süreli bir organizasyonun bilet satışları maliyetleri asla karşılamıyor. Turizm için yapılan onlarca yeni otel olimpiyatların ardından boş kalıyor. Üçüncüsü oyunlar abartılı bir kalkınma ve istihdam hamlesi olarak lanse ediliyor. Oysa başta inşaat olmak üzere sağlanan geçici istihdam oyunlar sonrası ortadan kalktığı gibi olimpiyat bahanesiyle yaşam alanlarından sürülen insanlar ve kapatılan küçük işletmeler yüzünden istihdam daha da azalıyor. Ayrıca “reel ekonomiye” aktarılabilecek, yani işçi çalıştıracak fabrikalar ya da işletmeler kurulabilecek muazzam bir kaynak heba edilmiş oluyor.

 

Flyvbjerg, çok kapsamlı araştırmasında sadece oyunlara değil, hemen tüm büyük proje ve yatırımlara barajlar, metrolar, elektrik santrallerine bakıp hemen hepsinde aynı yalanları tespit ediyor. Örneğin Boston merkezi tünel projesindeki yüzde 275'lik bütçe açığı sıradan bir vaka. Ancak olimpiyatlar her zaman en abartı açıkları veriyor. Londra'nın başta açıklanan bütçesi 2,4 milyar pound iken, an itibarıyla bunun 10 katı harcanmış durumda. Montreal Belediyesi hâlen 1976 Olimpiyatları'nın borcunu ödüyor. O zaman sıradan her muhasebecinin biraz hesap karıştırarak ortaya çıkarabileceği bu somut yolsuzluk sahneleri tekrar tekrar niye sahneleniyor?

 

Açıklamanın bir kısmı kuşkusuz muktedirlerin şan ve şöhret isteğinde, dönemlerini efsanevî bir hadiseyle süsleme emellerinde yatıyor. Hitler'in 1936 yılını nasıl anıtsal bir kutsamaya çevirdiğini Leni Riefenstahl'ın oyunlar için çektiği belgesel ve tanıtım filminden biliyoruz. Büyük ihtimalle Başbakan R.T. Erdoğan da İstanbul ile başlayan siyasî kariyerini burada kutsamak istiyor. Böylece imparatorun doğrudan sarayından bağlandığı hipodromun ve oradaki gösterinin yerini zamanımızda mega etkinlikler dolduruyor. Ancak olimpiyatların piyasaya sağladığı dört imkân onun şöhret meraklılarına sunduğu imkândan daha önemli. İlkin kentsel alandaki büyük bir parseli emlak şirketlerine ve piyasasına amade ediyor (bakınız bu dosyadaki: “Yıkım İçin Sıkı Fırsat” yazısı.) Bunun yanında Hindistan'ın Kerala eyaletindeki susuzluğun baş mimarlarında Coca Cola ya da yine Hindistan'da çocuk emeği sömürüsünün önemli aktörlerinden Adidas gibi uluslararası firmalar medeniyetin aynasında aklanma imkânına erişiyor. Reklam için oyunlar bulunmaz bir fırsat olarak kullanılıyor. Ayrıca kamu bütçesinin delinmesi, belediyelerin yüklü borçları, özellikle inşaat şirketlerinin onyıllarca cebimizden beslenmesine yarıyor. Ve belki de kentin geleceği açısından en tehlikeli sonuç insanların rahatça dolaşacakları, devlet gözünün sizi tehdit etmediği alanların oyunlar bahane edilerek azaltılması. Atina oyunlarında gözetleme kameralarına ve güvenlik şirketlerine 1,5 milyar dolar ödeme yapıldı. Pekin'e olimpiyat bahanesiyle 300 bin kamera yerleştirildi. Bu şartlar altında, sıkıysa sivil itaatsizliğe soyunun ya da “kabahatler kanunu” misali yerel garabetlere karşı çıkın.

 

Peki öyleyse ülkemizin olimpiyat başvurusu hakkında ne düşünmeliyiz? Kumpas ortadayken “biz daha iyisini yapabiliriz” demek akılcı olur mu? Yoksa “Otostopçunun Galaksi Rehberi’nde bir zaman kayması sonucu gökyüzünde doğan balina gibi mi düşünmeliyiz? Aşağı düşerken tüm lisanı yeninden keşfetmeye çalışan balina “rüzgâr” dedikten sonra yere çakılır. Tüm bu sonuçlar ortadayken musibeti deneyimle mi öğrenmeliyiz? Bu şartlarda en iyisi örgütlü bir “oyunbozanlık” gibi gözüküyor.