Bantmag

MODERN “ACOUSMATIC” DİNLEYİCİ YAZI EMRE KARACAOĞLU
EĞER “MUSIQUE CONCRÈTE”İN YARATICISI, FRANSIZ RADYO MÜHENDİSİ VE SUNUCUSU PIERRE SCHAEFFER BUGÜNLERİMİZİ GÖRSEYDİ, EMİN OLUN, O DA MÜZİSYENLERİN, MÜZİK DÜNYASININ VE DİNLEYİCİLERİN HÂLİNE ACIRDI.

Hattâ ortaya attığı “görecelilik kuramı”nın sonradan atom bombasının yolunu açmasına üzülen fizikçi Albert Einstein gibi, Schaeffer de kulaklıkları kulağında, saatler boyu bir bilgisayar ekranına bakarak tek başına müzik dinleyen milyonlarca insanı görüp üzülürdü. “Acousmatic dinlemenin bu noktaya geleceğini nasıl bilebilirdim?” derdi. 1995 yılında 85 yaşındayken ölen Schaeffer, hayatının son döneminde Alzheimer hastalığıyla mücadele ettiğinden, çevresinde olan bitenlerden ne kadar haberdar olduğunu bilmiyoruz ama o yıldan bu zamana kadar geçen sürede bile müzik dinleme şeklimizin ne kadar değiştiği aşikâr: Beş-on dakikada indirdiğimiz 60-65 dakikalık bir albümü yalnız başımıza bilgisayarımızdan dinliyoruz. Günümüzün baskın müzik dinleme şekli böyle. Modern “acousmatic dinleyici”nin portresidir bu.

 

“Acousmatic dinleme”, Schaeffer’in Pisagor’un öğrencilerine verilen isimden yola çıkarak oluşturduğu bir kavram. Pisagor’un öğrencileri (acousmaticler), beş sene boyunca hocalarını hiç görmeden, öğretilerini bir perdenin arkasından dinleyerek eğitim görürlerdi. Böylelikle “duyma” dışında diğer duyularına hitap eden hiçbir uyarıya maruz kalmadan sadece kulaklarına intikal eden öğretilere odaklandıkları düşünülüyordu. Schaeffer de bu kavramı alarak, sesin kaynağını (bir enstrümanı ya da doğadaki bir sesi) görmeden, bir perdenin arkasından (mesela bir radyo hoparlöründen) dinleyerek, yani sadece sese odaklanarak yapılan dinleme şekline bu ismi verdi.

Schaeffer’in ortaya attığı bu kavram kesinlikle bir devrimdi çünkü “dinleme” kavramının arkasındakileri yerle bir ediyordu: Enstrümanı reddediyor, her türlü kültürel şartlanmayı da devre dışı bırakıyordu; dolayısıyla dinleyici ve müzik/ses arasında daha önceden kurulmamış bir bağı tanımlıyordu. Kayıt cihazları ve radyo dalgalarından önce müzik dinlemek için ses kaynağını görmek gibi bir zorunluluğa sahipken artık gözleriniz açıkken bile sadece sese odaklanabiliyordunuz. Ne güzel, değil mi? Ama bir de şimdi geldiğimiz noktaya bir bakın. Müzik, dünyadaki milyonlarca bedava müzik indiren insan için, bir şekilde birilerinin ürettiği, onlarınsa karşılığında hiçbir bedel ödemeden dinleyip istedikleri duyguları hissetmelerine yardımcı olan bir “soyut meta” âdeta. Kimin, hangi şartlarda ve ne bedeller ödeyerek bu eserleri ortaya çıkardığı kimin umurunda?

 

Bu hastalığın ilacı ise gayet basit: konserler... Ve emin olun, Schaeffer de modern müzik dinleyicisine aynı reçeteyi yazardı. İzlediğiniz kişi isterseniz Eric Clapton gibi bir gitar virtüözü olsun, isterseniz de DJ Shadow gibi bir turntable ve sample ustası; sahnedeki sanatçının emeğini ve ter damlasını gören bir dinleyici, dinlediği müziğe bir daha aynı gözle bakabilir mi?

 

Genç bir yazar olan Emre Karacoğlu, 2011 yılında “Müzikte Yabancılaşma – Noir” isimli ilk kitabını yayımlamıştı.