Bantmag

DALGA KÜLTÜRÜ: SÖRF TARİHİNDEN KESİTLER

YAZI FAHRİ ÇAĞLAYAN

 

İNSAN KÜLTÜRÜNE DÂHİL BİRİKİMLERİN TARİHÇESİNİ SÜRMEK ÇOK ZOR. ÖZELLİKLE TÜM İNSANLIĞA MAL OLMUŞ ÖĞELERE, MESELA “KONUŞMAYA” YA DA “ŞARKI SÖYLEMEYE” BAKTIĞIMIZDA HERHALDE PEK DE DOĞRU OLMAYACAK TUTUM, “BİR BAŞLANGIÇ NOKTASI VE COĞRAFYASI” ARAMAKTIR.

 

Nietzsche'nin nehrin çıkış noktasından esinlenerek isimlendirdiği “Ursprung” ânı aslında bir hayaldir, geleneği insanîleştirme çabasıdır. Dalga sörfü tarihine baktığımızda da bir patlama ya da keşif ânı tespit etmek, herhâlde hem yanlış hem de neredeyse imkânsız olur. Bugün Amazon Nehri'nden Fransa'nın Atlantik kıyılarına, Madagaskar'dan Java'ya kadar dünyanın hemen her köşesinde yapılan dalga sörfünün her coğrafyada kendine has bir tarihçesi var. Yine de başta “Sörf Ansiklopedisi”nin yazarı Matt Warshaw olmak üzere konunun tarihçilerinin üzerinde üç aşağı beş yukarı mutabık olduğu, sörfün ilk defa kayıt altına alındığı bir tarih ve coğrafya mevcut: Pasifik Okyanusu'ndaki Polinezya Adaları, 18. yüzyıl. Eğer sörf tarihini illa da birkaç bölüme ayıracaksak, kuşkusuz ilk fasıl burada başlıyor.

 

BEYAZ ADAMIN SÖRFLE TANIŞMASI

İstilacı ve kaptan James Cook, Birleşik Krallık’ın emrinde, Asya üzerinden Amerika'nın batı yakasına doğru yola çıktığı üçüncü seferde, 1778 yılında, Hawaii'nin Kealakekua körfezine demirledikten bir süre sonra Hawaii kralı Kalaniʻōpuʻu ile aralarında çıkan kavga sonucu öldürüldü. Hem ondan kalan günlüklerde hem de onun yerine kaptan olarak geçen James King'in yazdıklarında Hawaiililerden “neredeyse amfibi gibi, yani hem denizde hem de karada yaşıyorlar” diye bahsediliyordu. King, kuvvetle muhtemel “paipo” (göbek sörfü) ya da “alaia” (ayakta sörf) yaparak kimi zaman 6-7 metrelik dalgalara çıkan Hawaiilileri görünce böyle bir benzetme yapma gereği duymuştu. Adalılar, bazen yüzlerce kişi, tüm gün sörf yapıyor, “haole”lerin, yani beyazların şaşkın bakışları arasında, sahildeki kayalıklara birkaç metre kala, kendilerini yüksek dalgaların üzerinden denizin derinliklerine bırakıyordu.

 

Hawaiililer için sörf sadece bir eğlence değildi. Tahtasının yapımından, eğitimine, dinî ritüellerdeki kullanımından kastlar arasındaki ilişkilerin tanımlanmasına kadar bir dizi sosyal olgunun ortasında yer alıyordu. Örneğin kralın ve soyluların sörf yaptığı koy ile avamın sörf yaptığı koy birbirinden ayrıydı. Kralın sörfü diğerlerininkinin yaklaşık iki katı uzunluktaydı, boyu 8 metreyi aşıyordu. Sörfü iyi beceremeyen, cesaretten yoksun bir kral düşünülemediği gibi kastlar arası ayrışmayı hiçe sayıp soyluların koyuna giden biri de sert şekilde cezalandırılıyor, hattâ soylu bir kadına yaklaşırsa öldürülmesi bile söz konusu olabiliyordu. Sörf, bereket tanrısı Lono için düzenlenen törenlerin de ayrılmaz bir parçasıydı. Bununla birlikte dalga sörfü, tüm romantik ve epik hikâyelerin ayrılmaz unsuruydu. Nihayetinde James King'in gıptayla anlattığı gibi, onu yapan “yerliler” büyük bir keyif alıyordu.

 

Cook ve mürettebatının adaya varışını takip eden yıllarda, Hawaii takımadalarına Avrupa'dan büyük bir göç başladı. Define avcılarından, kolay yoldan toprak ağalığına soyunanlara, denizcilerden yeni mallar peşindeki tüccarlara kadar geniş bir kitleden “haole”ler, adayı 40 sene içinde istila etti. Böylece dalga sörfünün karanlık çağı da başlamış oldu.

 

SÖRFÜN KARANLIK ÇAĞI

Polenezya adalarına “ilk göç” kuvvetle muhtemel günümüzden takriben 4 bin sene önce Asya'dan başlamış, Yeni Zelanda'ya, Togo'ya, Tahiti'ye ve nihayetinde Hawaii'ye kadar uzanmıştı. Bu kadar uzağa gelmeyi başaran göçmenler, okyanus bilgisini ve tutkusunu harmanlayarak adada sörf kültürünü 15 yüzyıl boyunca besledi ve geliştirdi. Ancak başka türden bir deniz kültürüne sahip Avrupa medeniyeti dalga sörfünün yok olma noktasına gelmesinde başat rol oynadı.

 

Sörfe, Hawaii'nin kültürüne içkin bir unsur olarak bakmaktan aciz Avrupalılar, onu tembellik ve sefahatin bir yansıması olarak algıladılar. Ancak bu bakış açısının altında aslında tarım plantasyonlarına işçi devşirmek isteyen sermayedarlar kadar, takımadalara 19. yüzyılın ilk yarısında gelmeye başlayan Kalvinist misyonerlerin yaymaya çalıştıkları Hıristiyanlık öğretisinin uysal dindar yaratma emelleri de yatıyordu. Hawaii'yi 1866 yılında ziyaret eden Mark Twain sörfçülerden bahsetse, hattâ kendisi “dev dalga sörfü” yapmaya cüret etse de, sörf artık birkaç yüz vahşinin yaptığı bir etkinliğe indirgenmişti. 19. yüzyıl sonunda Oahu, Maui gibi birkaç adada bir avuç sörfçü kalmıştı.

 

CALIFORNIA SEMALARINDA YENİDEN CANLANIŞ

Tarih bize ironik şekilde, dalga sörfünün yeniden canlanışında “beyaz adamın” öncü rol oynadığını söylüyor. Yaygın olarak anlatılan hikâyeye göre 1907 yılında çoktan ünlü bir yazar olan Jack London, Hawaii'ye geldiğinde sörf üzerine yazmaya, dolayısıyla ABD'de konuya ilgiyi tetiklemeye başlıyor. London'ın adada tanıştığı, İrlandalı fakir bir aileden gelme George Freeth, girişimci ruhla dolup taşan California'ya gösteri amaçlı gönderiliyor. Zamanın büyük sermayedarlarından Henry Huntington, Freeth'e 1907 yılında, Redondo – Los Angeles tren yolunun açılışında gösteri yapması için sponsor oluyor. Bunun üzerine Freeth tarihe “California Eyaleti'nde sörf yapan ilk insan” olarak geçiyor. Oysa daha sonradan bulunan birçok belgeden, 19. yüzyılın ikinci yarısında gemici olarak California'ya uğrayan birçok Hawaiilinin “ata sporlarını” icra etmekten geri kalmadığı anlaşılıyor.

 

20. yüzyılın başında gerek Hawaii'ye yerleşen yeni göçmenler, gerekse sörf yapmak için tekrar bir araya gelen Hawaiililer dernekler kurmaya başlıyor. Bu türden derneklerin üye sayılarının binlerle ifade edilmesinde, Alexandre Hume Ford gibi “girişimci” sörfçülerin yanısıra, artık ABD'nin bir parçası hâline gelmiş Hawaiililerin California seyahatlerinin de büyük payı olduğu aşikâr. Bunların başında, yüzme dalında birçok Olimpiyat altın madalyasına sahip Duke Kahanamoky geliyor. Kardeşleriyle birlikte Hui Nalu Sörf Kulübü'nün de kurucularından olan Kahanamoky yaklaşık 9 metrelik ve “skig” diye tâbir edilen, yekeden yoksun sörfüyle 1924 yılında Hawaii'de bir kilometre boyunca 8 metrelik bir dalgayı “sürüyor.” 1911 yılında itibaren gerek Olimpiyatlar, gerekse gösteriler için Avustralya'ya kadar uzanan bir dizi seyahat hem Kahanamoky'nin hem de sörf sanatının şanını tüm dünya sathına yayıyor. 1920'li yıllardan itibaren yerleştiği Hollywood'da rol aldığı bir dizi film de bu durumu perçinliyor.

 

Yine de belirtmek lazım. 20. yüzyılın ilk yarısında Hawaii'den dünyaya, dünyadan da Hawaii'ye giden sörfçülerin tam bir listesi yok. Olması da imkânsız. Günümüze sadece en ünlülerinin isimleri yadigâr kaldı. İşte bu “isimsiz seyyahların” dalga sörfü adına yaptıkları doğal propaganda, California'da 1928-1941 yılları arasında Tom Blake'in düzenlediği ilk sörf yarışmalarına da vesile oldu. II. Dünya Savaşı'nın arifesinde dalga sörfü, belki popüler bir uğraş değil ancak tam anlamıyla bir “alt-kültür” hâline geldi.

 

Müzikten aşinayız. Rock'n’rolldan, punk'a, teknodan hip hop'a bir sürü akım öncelikle mahalle ve halk kültüründe yeşerdikten sonra, çoğu kez büyük yatırımlar sayesinde popüler kültüre devşirildi. Sörfün popülerleşmesi, ardından da giderek ticarî ve turistik bir yatırım hâline gelmesi takriben 1950'li yıllara kadar varan 50 senede adım adım gerçekleşti. O vakte kadar Californialı sörfçüler dâhil, bu kültürün tüm takipçileri sörfün bir nevi “beat” kuşağıydı. 1950'lilerin başında “sörf beatleri” toplu hâlde California'dan Hawaii'ye gitmeye başladılar. “Anakarada” sörf yaparken, hiç de basketbol ya da Amerikan futbolu yıldızları gibi bir şöhrete sahip değildiler. Kızılağaçtan yapılma ağır sörf tahtalarıyla dalgalarla boğuşan bir avuç gençten bahsediyoruz. Arabalar, giysiler, ikinci eldi. Savaş artığı Nazi üniformaları giyerek, sahilde bira içerek Los Angeles'ın su kanallarında dalgalarını geçiyorlardı.

 

Hawaii'den gelen mitoloji çağrılarına tepki veren birkaç genç sörfçü 50'lilerin başlarında Mākaha'ya yerleşti. Bunlardan günümüze kalan isimlerin bazıları şunlar: Pat Curren, Mike Stang, George Downing, Wally Froyseth, Fred Van Dyke, Mickey Munoz, Peter Cole. Hemen hepsi ayaktakımından geliyordu. Ceplerinde beş kuruş yoktu. 1950'lilerin sonundan itibaren giderek turistik bir yer hâline gelecek Hawaii henüz bakirdi. Mākaha'da tek bir otel bile yoktu. Salvation Army'nin barakalarında geceleniyordu. Parasızlıktan balıkçılığı öğrendiler, o zamanlar bolca ve serbestçe bulunan ananas ve istiridye ana besin kaynaklarındandı. Dev dalgalara olan tutkuları onları Mākaha'nın 25 kilometre kuzeyine, Waimea körfezi açıklarına kadar götürdü. Dalgaların boyu kimi zaman 18-20 metreye kadar varıyordu. Henüz popüler kültüre dâhil olmamış sörfün en büyük deneyleri gözlerden uzakta, bu koyda yapıldı.

 

50'li yıllar, bu “sapkın” sörfçü neslin dışında, Amerikan medyasının dalga sörfüyle müşerref olmasına tanıklık etti. 1959 yılında, Frederick Kohner'in kendi kızı hakkında yazdığı romandan esinlenerek çekilen ilk sörf filmi Gidget (“girl” [kız] ve “midget” [cüce] kelimelerinin birleştirilmesinden oluşuyor) California'da bomba etkisi yarattı. Takip eden beş yılda sörf tahtası sahibi gençlerin sayısı 5 binden 2 milyona fırladı. Dick Dale'in 1962'de yayınlanan ve çok sonra Pulp Fiction filmiyle tekrar ünlü olacak Surfers’ Choice plağı, bir senede sadece Güney California'da 75 bin sattı.

 

1964'te çekilen Ride the Wild Surf gibi filmlerle dalga sörfünün şanı yürüdü gitti. Ancak bir yandan da sörf tahtası yapımında, 50'li yıllarda, ağaçların yerini fiberglas alıyor, zanaat yerini büyük ölçüde endüstriye bırakıyordu. “Uzun sörf tahtaları” yerine yeni teknolojilik ürünler devreye giriyordu. Boardların ağırlıkları yarı yarıya düştü, manevra kabiliyetleri arttı. Bu gelişmelerde “Boğa” lakaplı Greg Noll gibi sörfçülerin tasarımları ve atölyelerinin payı da büyüktü. Noll, konudan sapmak adına değinilmeye değer bir şahsiyet. Hawaiili yerlilerin tersine, cüsseli, balaban bir fiziğe sahip tam bir “serseriyken”, 17 yaşında, 1953 yılında Hawaii'ye yerleşiyor. O gün bugündür de sörfe devam ediyor. 1960'lardaki sörf imalat atölyesiyle ünlü olsa da, 1969 yılında Hawaii'de patlayan yüzyılın en büyük fırtınalarından birinde, dünyada videoya çekilmiş en büyük dalgalardan birine dalmasıyla şanı alıp başını yürüyor. Bugün Laird Hamilton gibi “dalga sörfünün Messi'si” sayılanlar bile böyle bir dalgada hayatta kalma şansının oldukça zayıf olduğunu açıkça ifade ediyor.

 

KÜLTÜRDEN ENDÜSTRİYE DOĞRU

Ancak 1960'lı yıllarda Noll gibi sörfçülerin atölyelerinin yanında Quicksilver gibi dev markalar da hızlı şekilde pazara girdi. Sponsorluk ve şirket ilişkileri kısa zamanda sörfü, tıpkı tenis gibi başarılı olanların zengin olduğu bir uğraş hâline getirdi. Öyle ki, Triple Crown of Surfing serisini iyi dereceyle bitirenler artık milyonerler kulübüne dâhil oluyordu. Tabiî bir de Amerikan liberalizmine şamil, “ölçek” meselesi de giderek abartıldı. Bu abartının en meşhur aktörüyse Barbie'nin erkek arkadaşı Ken'in vücuda gelmiş hâli gibi duran Laird Hamilton'du. Hamilton annesiyle birlikte henüz dört yaşında, 1968’de Hawaii'ye taşınmış, annesinin dönemin sıkı sörfçülerinden Billy Hamilton ile evlenmesiyle kıyak bir baba ve hocaya eşzamanlı sahip olmuştu. Laird'in ölçek sorunu dalga boyuyla ilgiliydi. Vardığı yer ise dev dalga sörfünün tepe noktasıydı. Hawaii açıklarındaki Pe'ahi bölgesinde (ürkünç dalgalarından dolayı “çene” anlamına gelen bu isim verilmiş) kimi zaman 40 metre yüksekliğe ulaşan dalgalarda, 50 kilometre hıza ulaşıyor, bazen 30 metreden suya düşüyordu. Etrafta cirit atan köpekbalıkları da cabası. (Birkaç parmağını kaybetmesine rağmen sörfe devam eden yüzlerce sörfçü mevcut). Ancak Laird Hamilton'un böyle cansiperane bir gösteri yapabilmesi için basit bir sörf tahtası yeterli olmuyordu. Bu yüzden iki yakın arkadaşıyla beraber “tow-in” denilen, Türkçeye “yedeklemek” diye çevirebileceğimiz, ekipli sörf yöntemini icat ettiler. Laird dalgaya çıkarken bir deniz motosikleti, mümkünse bir de helikopter civarda konumlanıyor ve acil müdahale için hazır bekliyor. Anlayacağınız, bu türden sörf oldukça pahalı bir uğraş. Herkesin harcı değil.

 

Yine de bir tahta, biraz denge ve makûl miktarda dalga dünyanın dört bir köşesinde mevcut. Bir hikâye ile bitirelim: Jeff Clark, henüz bir lise öğrencisiyken, San Francisco'nun 25 kilometre kuzeyinde keşfettiği, kayaların arasında yer alan Mavericks sörf noktasında kimi zaman 25 metreyi geçen dalgalarda, köpekbalıkları arasında yaklaşık 15 sene tek başına sörf yaptı. Mavericks ancak 90'larda diğer sörf tutkunlarınca keşfedildi. Şarkıda da dediği gibi: “Mesut zamanın parayla alakası yok ki”.