Bantmag

GELECEKTE YEPYENİ BİR MÜZİK TÜRÜ ORTAYA ÇIKABİLİR, DİNLEYİCİYİ ŞAŞIRTABİLİR Mİ? YOKSA HER ŞEY O VEYA BU ŞEKİLDE YAPILDI MI?

 

Tartışma hâlâ sürüyor. Öte yandan şu da belli ki, artık kimsenin bir gitar tonu duyunca ilk kez duymuş gibi şaşırmasına ihtimal yok. O günler eskide kaldı. Ama hemen bunalıma girmeyin, çünkü çok da eskide kalmadı aslında. Örneğin 1991 yılında My Bloody Valentine’ın Loveless albümünü satın alan birçok kişi sonradan kasetlerini bozuk oldukları gerekçesiyle iade etmeye kalkışmış. Düşünün, alaşağı edilmiş reverb efektlerinin yarattığı etki o gün için, insanlara kasetlerinin bozuk olduğunu düşündürecek kadar “yeni” tınlamış.

 

REVERB = DALGA SESİ

Rock müzikte gitar tonları ve çalma stilleri bugüne kadar birçok farklı müziği teşhis etti. Sörf müziği olarak bildiğimiz, 60’ların başına damgasını vuran bu türü incelemek bu anlamda önemli çünkü My Bloody Valentine’ın tersyüz ettiği reverb’ün elektrik gitarlarla ilk buluşması aslında sörf müziğinin de kendini ilan etmesiyle aynı günlere tekabül ediyor. 1961 yazına. Çünkü o günlerde Fender gitarlarının kurucusu Leo Fender, ürettiği ürünleri, sörf müziğinin isim babası ve mucidi sayılan Dick Dale ile test ediyor, enstrümanlar üzerindeki değişiklikleri ona çaldırarak yapıyordu. Gitar için ilk reverb teçhizatını da böylece bu ikili, “Fender Reverb Unit” adı altında, Dale’in çalma stilinin ışığında 1961 yılında geliştirdi. Reverb’e batırılmış gitarlar, sörf müziğinin en belirleyici özelliği. Çünkü reverb ile amaç, gitarlarla dalga sesine yaklaşmak. Reverb’in yarattığı ıslak ve yoğun tınıların dalgaların arasındaki yolculuktan ilham alması çok anlamlı değil mi?

 

Sörf müziğinin ne olup ne olmadığı, kökleri, gelişimi, diğer enstrümantal rock türlerinden nasıl ayrıldığı ve belki de bugün nasıl bir formda karşımızda durduğu çetrefilli bir araştırma. Uzun zamandır dergide girmek istediğimiz bu mevzuya sörf kültürünü ve felsefesini konu olarak ele aldığımız bu sayıda girmemiz bizim için çok anlamlı sevgili okuyucular çünkü sörf kültürü ve müzik arasında son derece tuhaf bir ilişki var.

 

Nasıl sörf müziğinden keyif almak için California kıyılarında yaşamış olmak ya da sörf yapmak gerekmiyorsa, 60’lı yılların başında sörf müziği adı altında türeyen onlarca müzisyenin de neredeyse hiçbiri (The Ventures, Eddie & The Showmen, The Surfaris, The Bel Airs, vs…) sörf tahtası üzerinde durmayı bile bilmiyordu. Hattâ Dick Dale’in bile sörf tahtasıyla olan ilişkisinin pek başarılı olmadığına dair birçok söylenti söz konusu. Yani Dale’in 1961 yılında “sörf gibi tınlamak” cümlesiyle adını koyduğu sörf müziği, sörfçülerin kendisinden ziyade, California’dan dışarıya yayılan sörf kültürünün havasını soluyanların elinde gelişmiş, hattâ sörfçülerin kendisinden ziyade yine onlara cazip gelmiş bir tür.

 

SÖRF MÜZİĞİ NEDİR?

Sörf müziğinin köklerinde elbette 40’lar ve 50’lerin rock’n’roll, rockabilly, rhythm and blues estetikleri yatıyor. Aynı zamanda, Polinezya ağırlıklı egzotik türlerinden ve Flamenko’dan da etkiler taşıyor.

 

Klasik sörf müziğinin en belirgin özellikleri bunlar:

1. Gitarlarda yoğun olarak kullanılan “spring reverb” (bu efekt sonradan 70’lerin dub reggae parçalarında ritimlerde yoğun olarak kullanıldı).
2. Yine gitarlarda “tremolo” kolunun kullanılması.
3. Enstrümantal olması
4. Elektrik bası sahiplenmesi
5. Şarkıların iki buçuk dakika civarında sürmesi
6. Ve elbette şarkıların isimleri ve cisimlerinde baskın olan sörf, okyanus, dalga gibi temalar

 

Sörf müziği 1963 yazında en parlak günlerini yalnızca Amerika sınırları içinde yaşamadı. Avustralya da o günlerde kendi sörf sahnesini, The Atlantics, The Denvermen ve Joy Boys gibi isimlerle canlandırdı. Ama bu grupları tını anlamında Amerikalı benzerlerinden ayırmak pek mümkün değil, yani neredeyse tamamen Amerika etkisi altında gelişmiş Avustralya sörf sahnesi de.

 

1960’ların ortasına gelindiğinde ise sörf müzik furyası İngiliz müziklerinin Amerika’ya sızması, The Beatles ve The Beach Boys çılgınlığının ülkeyi ele geçirmesiyle boyut değiştirdi. Bu yeni akım, enstrümantallik davasını satarak yerini vokalli hitlere bıraktı. Yaz eğlenceleri, deniz, güneş derken, kızlar ve arabalara indirgenen parçalar ortalığı sallar oldu. Koyu sörf müzik fanatikleri arabaları anlatan, kızları tavlamaya çalışan bu vokalli sörf hitlerini asla “gerçek” sörf müziğinden saymazlar. Gerçek sörf müziğinin enstrümantal olduğunu savunurlar. Çünkü aksi hâlde kendinizi dalgalara bırakma durumunu hafife almış olursunuz.

 

SÖRF MÜZİĞİ NE DEĞİLDİR?

Öte yandan her enstrümantal rock müziğine sörf müziği demek de doğru olmaz. Çünkü benzer enstrümantal estetik, var olduğu farklı coğrafyalarda, farklı etkiler altında kimlik kazanmış ve tıpkı sörf müziği gibi kendine farklı isimler almış. Ancak özellikle Asya’da, kendi bölgesine has tınıların etkisinde gelişen ve dolayısıyla Amerikan sörf rock geleneklerinden farklı tınlayabilen bir dolu müzik var ve bu müzikler her ne kadar Amerikan ve İngiliz müziklerinden de etkiler taşısa da kendilerine has isimlerle anılmaktalar. Alman grup The Looney Tunes’un kurucusu Kahuna Kawentzmann sörf müziğine dair araştırmasında bunun altını özellikle çiziyor. 60’ların enstrümantal rock estetiğinin “Amerikanca” ismini tüm dünyada baz almak bir insanlık geleneği anlayacağınız. Biz dünyanın dört bir yanından bu müzikleri Amerikan egemenliğine teslim etmektense, onların ne olduğunu anlamak, bu türlerin gerçek isimlerini öğrenmeyi seçiyoruz. O yüzden şimdi biraz farklı bölgelerde aynı dönem ve benzer estetiklerde neler olup bittiğine bakacağız.

 

HOLLANDA: INDO ROCK

Hollanda’daki Endozenya göçmenlerinin ortaya çıkardığı başlı başına heyecan verici bir alt kültür var. Yarı Hollandalı yarı Endonezyalı olan bu müzisyenler, 50’lerin sonu ve 60’ların başında Indo rock adı altında kendi enstrümantal rock’n’roll sahnelerini yarattılar. Indo rock tınıları, reverb’den ziyade kuru gitarlarla da tanımlanabiliyor. Belirgin olarak Amerikan rock’n’roll’unun etkisi altında, fakat repertuvara Avrupa folk parçalarını da katıyor. Enstrümantallerin de, vokalli parçaların da Indo rock içinde yeri var.

 

Tielman Brothers – “Black Eyes”

Oety & his Real Rockers – “Sway”

The Javalins – I Know

 

HONG KONG VE SİNGAPUR: A GO GO ENSTRÜMANTALLERİ & BEAT WAVE

60’lı yıllarda Çin büyük oranda Kültür Devrimi’yle haşır neşirken, İngiltere nüfuzuna açık olan iki bölge, Hong Kong ve Singapur, ilk The Beatles konseri, ilk The Shadows konseri derken, enstrümantal rock müziğine tutuldu ve muazzam işler çıkardı. Singapur ve Hong Kong’un bu konuda diğer Asya ülkelerinden ayrı tutulmasının bir diğer sebebi de enstrümantal müziğe karşı farklı bir hassasiyetlerinin olması. Kamboçya, Malezya, Endonezya, Tayland ve Filipinler gibi diğer bölgeler, kayıtlarında vokallere de sıklıkla yer verirken, bu iki bölgede ilginç bir şekilde enstrümantal müziklerin özel olarak yoğun olduğu gözlemleniyor. “Beat Wave” ya da “A Go-Go” enstrümantalleri diyebileceğimiz bu müziklerin belirleyicileri, dolambaçlı melodiler, org ve vibrafon kullanımı ve kendilerini has geleneksel tınıları içlerinde barındırmaları. 60’lı yıllarda Hong Kong ve Singapur’da genel olarak neler olduğuyla derinden ilgilenmek isteyenler buradan birçok müziğe ulaşabilirler.

 

The Stylers – “Belachan” 1962

The Telstar Combo – “Today Not Coming Home” 1969

The White Cloud Orchestra

 

JAPONYA: ELEKI

60’ların hemen öncesinde Japonya’ya baktığımızda rock’n’roll’dan ziyade Latin ve swing türlerinin daha popüler olduğu gözlemleniyor. 1963 yılında The Ventures’ın ülkeyi ilk ziyareti ise burada çok hızlı bir değişime sebep oldu. The Ventures’dan çok etkilenen Japon izleyicisi, hızla elektrik gitarlara sarıldı ve ortaya çıkan bu yoğun üretim “eleki” adını aldı. Eleki adı, İngilizce’de “elektrik” kelimesinden türetilmiş bir ad. Nitekim, 1965 yılında Japonya’da tam tamına 760 bin gitar üretildi. Bu çılgın bir dünya rekoru elbette! Enstrümantal eleki müziği, Japon geleneksel enstrümanı shamisen sololarıyla insanı başka alemlere götürüyor.

 

Takeshi Terauchi & The Bunnys – “Kanjincho”

Takeshi Terauchi & His Blue Jeans – “Rassemon”

Wild Sammy & The Royaltines – “Wild Datson”

 

AVRUPA

Avrupa deyince akla ilk gelen ekip İngiliz The Shadows elbette. Ama 60’lı yıllar, Avrupa’nın dört bir yanında benzer hareketlenmelere tanıklık etti. Finlandiya’da “rautalanka” (gitar teli anlamına geliyor) ya da Norveç’te “piggtrad” gibi isimler alan enstrümantal rock gelenekleri birbirlerine ve Amerikan ve Avustralya’daki benzerlerine yakın tınılar üretti.

 

The Shadows – “Apache”

The Tornados – “Telstar”

Ensemble Sincron – “In Gara La Leordeni”

 

SÖRF MÜZİĞİ BUGÜN

1960’lardaki çıkış heyecanının ardından 80’lerde ikinci dalgasını, 90’larda da şüphesiz Pulp Fiction filminin müziğine damgasını vuran “Misirlou” ile üçüncü dalgasını yaşayan sörfvarî tınılardan bugüne neler kaldığı ise ilginç bir konu. Çağdaş sörf müziği araştırmalarının ilk işaret ettiği isimler sıkı birer sörfçü ve aynı zamanda da kanka olan, “soft rock” guruları Donavon Frankenreiter ve Jack Johnson’a çıkıyor. Yine hayatta en büyük tutkusu sörf olan Gonjasufi ise “Müziğimdeki okyanusları duyabiliyor musunuz?” diyor. Sörfle son derece haşır neşir bir diğer isim olan Eddie Vedder’ın Pearl Jam ile senelerdir dalgalar, kıyılar ve okyanusları konu etmesi ve “crowd surfing”deki yenilmezliği de bir tesadüf değil. Ancak bu müziklerin, yaratıcılarının aynı zamanda birer sörfçü olmalarının dışında herhangi bir ortak noktası yok. Öte yandan, Dick Dale gitarıyla hâlâ dünyayı geziyor ve klasik anlamda bildiğimiz sörf müziği formülünü bugün takip eden bir dolu grup da var. Teknik anlamda hadiseyi ilerilere ve yeniliklere taşıyorlar elbette; reverb’lere çoklu delay’ler, dijital efektler ekliyorlar, vs… Ama 60’lar enstrümantalleri yeni nesilleri büyülemeye devam edecek kadar geçerli ve güçlüler. Klasik sörf müziği tanımından ayrılıp biraz yaratıcı olmak isterseniz de, bugünün sörfvarî tınılarını, reverb’ler içinde yüzen tek tabancalık deneysel/ambient/drone gitar işlerine bile bağlayabilirsiniz, çok zor olmaz.

 

Kıssadan hisse varılan sonuçlar:

1. Elimizde gerçek sörfçülerle herhangi bir ilgisi olmayan, ama vücutta sörf yapıyormuş hissi yaratan dünyaca fenomen kabul edilmiş bir müzik var.
2. Bu müzik dünyanın farklı bölgelerinde farklı isimler alıyor.
3. Bu müzik sörf yapanların ilgisini pek çekmedi/çekmiyor.
4. Zaten onlar müzik yerine dalgaları dinlemek istiyor.
5. Sörfçüler karaya çıkınca aslında sörf yapan diğer arkadaşlarının yaptığı müzikleri dinlemeyi seviyor. Bu müzikler her ne olursa olsun.
6. Siz istediğiniz müzikle sörf yapmakta serbestsiniz.