






SİNEMADA BAZEN PEŞİNDEN KOŞTUĞUMUZ ŞEY, BİR UFACIK HİSTİR. O HİSSE TUTUNUP TÜM FİLMİ ÇIKARTIRIZ. O HİS BİZİ TAŞIR. HİKÂYEYLE, OYUNCULARLA, IŞIKLA BİLE BAĞ KURAMAZ BAZEN İNSAN AMA BİR HİSSE TUTUNURSA, KOYVERİP GİDEBİLİR. ÇEKTİĞİ HEPİ TOPU İKİ FİLMLE BİR ANDA DÜNYAMIZA GİREN JEFF NICHOLS'IN FİLMLERİ DE İÇİNDE BÖYLE KAPILINABİLİR HİSLER TAŞIYAN, GÖSTERİŞSİZ AMA KOCAMAN FİLMLER.
SICAKTI VE ÇALILAR HIŞIRDIYORDU
2007'de çektiği ilk filmi Shotgun Stories, Nichols'ın ezbere bildiği topraklardan, sert ve tekinsiz bir hikâyeye odaklanıyordu. Arkansas doğumlu Nichols, memleketinden insan manzaraları sunduğu filminin orta yerine bir üvey kardeş hesaplaşması koyup, Güney Amerika kırsalındaki ölüm sessizliğini, beklenmeyen bir ölüm haberiyle delmişti. Farklı anneler tarafından, birbirlerine kin ve nefretle büyümüş iki farklı kuşaktan üvey kardeşler, babalarının ölümünün ardından cenazede bir araya geliyor ve büyük ağbi tarafından yapılan cenaze konuşması, iki tarafın düşmanlığını alevlendiriyordu Shotgun Stories'de. Bu noktadan sonra Nichols'ın, filmin başından beri neredeyse karakterlerden birine dönüştürdüğü sessiz çalılar, yaklaşan felakete haber etmek istercesine hışırdamaya, güneş her zamankinden daha yakıcı parlamaya başlıyordu.
Başta sözünü ettiğimiz bir hisse tutunma durumu, Shotgun Stories'in neredeyse temel malzemelerinden biri. Gittikçe yükselen bir gerilim ve Nichols'ın bizi hazırladığı büyük trajediler, seyir süresince kapımızın önüne bırakılmış bir bomba hissi uyandırıyor. Biz de bombanın ne zaman ve ne şekilde patlayacağından habersiz bir biçimde, kötü bir şeyler olacak hissiyle sürüklenip gidiyoruz hikâyede. Nichols'ın ilk filmine has bir durum sanılabilecek bu karanlık bekleyiş hâlinin, Nichols'ın etiketi hâline gelebileceğini ise ikinci filmi Take Shelter'a kadar pek tahmin etmemiştik doğrusu.
Nichols, geniş kitlelerce keşfedilmemiş ilk filmi Shotgun Stories'le, filmi görmüş olanları kendine hayran bırakmış ve Independent Spirit ve Satelitte gibi ödül listelerinde kazandığı adaylıklarla en azından fark edilmişti. Nichols'ın yakın dostu ve aynı zamanda tüm filmlerinin başrol oyuncusu Michael Shannon da benzer zamanlarda Oscar adayı olup geniş kitlelerin radarına girince, Shotgun Stories'i fark edenlerin sayısında da belli bir artış oldu elbette. Fakat Nichols'ın esas dikkat çektiği film, henüz fragmanlarından itibaren etrafımızı merak bulutlarıyla kaplayan Take Shelter oldu, hiç kuşkusuz.
KÂBUSLARIM, KORKUM VE SEN
Kamerasını yine Güney Amerika'dan bir hikâyeye çeviren Nichols, bu kez bir inşaat firmasında çalışan aile babası Curtis'i kahramanı olarak seçiyor ve ona karanlık rüyalar gördürüyordu. Shotgun Stories'de ölüm haberiyle birlikte başlayan gerilim, bu kez Curtis'in gördüğü ilk rüyayla birlikte başlıyor ve rüyalar kâbusa döndükçe, biz de Curtis'in bilinç sarmalında ürkekçe geziniyorduk. Curtis'in gürültülü ve kanlı düşleri, zamanla hem kendisi hem de çevresi için bir tehdit unsuru olarak belirginleşiyor ve işler gittikçe çıkışsız bir hâle geliyordu.
Nichols'ın bu iki filminde de peşinden koştuğu felaket hissinin, kahramanlarının kendiyle karşılaşma ve kendi felaketine hazırlanma süreçleri üzerinden belirginleşmesi, seyirciyi de düzeyi kurduğu empatiye bağlı olarak değişen bir ortaklık hissine sürüklüyor. Sanki yaşanacak trajedinin bilgisi yalnızca, filmlerin kahramanları ve bizimle paylaşılmış ve biz de bu sorumlulukla, en az kahramanın kendisi kadar baş etmeye çalışıyoruz… Her iki filmde de Nichols'ın olabildiğince normal hâle getirdiği kahramanlarını, karmaşık sorunlarla yüzleştirmesi, onların gerilimini sivriltirken, kendi geçmişlerinden beslenen ve o güne taşıdıkları bu gerilimi, sürüklendikleri bir final üzerinden kusma hâlleri de tüm olup bitene, diğer karakterlerden çok daha içerden bakabilen biz seyircilerde bir sorumluluk hissi olarak geri dönüyor. Biz de o adamlarla birlikte sürükleniyoruz, düzenimiz onlarla birlikte bozuluyor ve hikâye anlatımına dair ezberlerimiz de Nichols'ın kusursuz dokunuşlarıyla böyle böyle dönüşüp değişiyor.
Geçtiğimiz sezonun en başarılı Amerikan bağımsızlarından biri olduğu su götürmez bir gerçek olan Take Shelter, Cannes, Sundance, Independent Spirit ve daha pek çok festival ve ödül komitesinden hak etmiş olduğu ödül ve adaylıkları toplarken, Nichols da yeni filminin çekimlerini neredeyse tamamladı. Yine son derece etkileyici bir senaryoyla karşımıza çıkacağına dair, sağlam bir kaynaktan haberini aldığımız Nichols, 2013'te gösterime girecek Mud'da yine Michael Shannon'ı başrole yerleştiriyor, yanına ise Reese Witherspoon, Matthew McConaughey, Sam Shepherd gibi isimleri ekliyor. Nichols, 2014 için de Javier Bardem'li Native'in görüşmelerine başlamış durumda. Güney Amerika kırsalından Hollywood'un grenli damarlarına doğru bir sinematik yolculuğa çıkmış olan Nichols'ın yeni işlerini görmek için şimdiden sabırsızlanıyoruz.