Bantmag

ÖDÜL, BİR SANATÇIYA, ÜRETEN BİRİNE NE SÖYLER? TEŞVİK EDİCİ MİDİR ÖDÜL? BİR ÇEŞİT ŞÜKRAN MIDIR? VERİLEN ÖDÜL BİR TAVIR MIDIR? ÖDÜL NEDEN VERİLİR, HANGİ MOTİVASYONLARLA VERİLİR YA DA ALANIN YA DA VERENİN NE KADAR UMRUNDADIR BİLİNMEZ AMA BİZİ BAZI BÜYÜK ÖDÜLLER BİR ŞEKİLDE ÇOK İLGİLENDİRİYOR.

 

Bazen o ödülün adayı ya da kazanından bile fazla ilgilendiriyor hattâ. Ödül törenleri için gün sayıyor, gerekirse uykusuz kalıyor, hesaplar, tahminler yapıyor, kendi vicdanımıza göre izafi takdimler yapıyoruz.

 

Ödül muhabbeti yapmak da ödül kazanmak kadar cazibeli olacak ki, yıllardır Oscarlar senin, Altın Palmiyeler benim konuşup duruyoruz. Yapmayı en sevdiğimiz muhabbet ise verilen ödülü kimin ne kadar hak ettiği. Şimdi burada, bu yazıda, bundan farklı bir şey değil, tam olarak bunu yapacağız aslında. O ödülü o değil de bu nasıl aldı, bunun hakkıyken şuna verilen ödül, bu adayken buna verdiler ya da şunu aday bile göstermediler şeklindeki bu örnekler, yıllar boyu en çok konuşulan, tartışılan, adalet hak ve hukuk kelimelerini geçirmeyi en sevdiğimiz cümleleri de bize kurduran örnekler aynı zamanda.

 

Berlin, Venedik gibi festivalleri ya da diğerlerinin yanında çoğu kez pek zevzek kalan Altın Küreleri bir kenara bırakarak, Oscar, BAFTA, Independent Spirit ödülleri ile Cannes Film Festivali'ni baz alarak, son yılların ve daha da eskilerin en tartışmalı ödüllerini sıralayalım şimdi...

 

 

BAĞIMSIZ RUHLAR, TARTIŞMALI KARARLAR: INDEPENDENT SPIRIT

 

*İkisi de kendi janrlarında efsane filmler elbette ama eğer sen Independent Spirit'sen, Amerikan bağımsızlarıyla ilgileniyorsan ve onları ödüllendiriyorsan, bir Oliver Stone filmiyle, bir David Lynch filmini de birbirinden ayırman beklenmez mi senden? Vaktiyle en iyi film dalında Oscar ödülüne de layık görülen Platoon'un Blue Velvet'i geride bırakarak en iyi film ödülüne uzanmasından bahsediyoruz. Platoon, yönetmen, senaryo ve görüntü yönetimi kategorilerinde de Blue Velvet'ten daha bağımsız bir ruha sahip bulundu.

 

*Yukarıdaki pek çoklarına makûl gelebilecek örneğin üzerine Independent Spirit, esas bombayı ondan altı sene sonra 1993'te patlattı. Ortalama bir seyirlik olan One False Move ile Carl Franklin, Reservoir Dogs'la kendisine rakip gösterilen Quentin Tarantino'nun önüne geçerek ödülü kucakladı. Aynı yıl, bugün parlak bir başyapıt olarak anılan Reservoir Dogs, en iyi film kategorisinde aday gösterilmeye dahi değer bulunmamıştı. Independent Spirit bunu yaparsa, akademi neler yapmaz.

 

İNGİLİZLERİN ODAK PROBLEMİ: BAFTA

 

*İngilizlerin Oscar'ı sayılan BAFTA ödülleri, çoğunlukla doğru tercihleri ve özellikle ilk yıllarında Avrupa filmlerine gösterdiği destekle büyük önem taşır. İlk yıllardaki Avrupa sevgisine rağmen,  Tom Jones, Fellini başyapıtı 8 1/2'i; The Apartement ise L'avventura, La dolce vita, Hiroshima mon amour, Les quatre cent coups gibi klasikleri geride bırakarak en iyi film BAFTA'sını kazanan Amerikan yapımı filmlerden yalnızca ikisi.

 

*BAFTA ödüllerinde en iyi İngiliz filmi kategorisinin de yerleşik hâle gelmesiyle birlikte İngiliz filmleri de ayrı bir ehemmiyet kazanmaya başladı. Durumun en sapıklaştığı noktalardan biri olarak 1995'te Pulp Fiction adayken Four Weddings and A Funeral'ın en iyi film seçilmesi ve Mike Newell'in da Tarantino ve Kieslowski'ye tercih edilmesi gösterilebilir. 2008'de Atonement'ın There Will Be Blood, No Country For Old Men ve Das leben der anderen'i geride bırakarak en iyi film ödülünü kazanması da epey tartışılmıştı.

 

*1969'da BAFTA'larda The Graduate'in en iyi film ödülünü 2001: A Space Odyssey'den almasını da anlayan çıktı da Stanley Kubrick'in o yıl en iyi yönetmene dahi aday gösterilmemiş olmasını henüz pek anlamlandıran çıkmadı. Bu da BAFTA'nın bir diğer ayıbı olarak tarihe not düşüldü.

 

PALMİYE DE YANILIR: CANNES

 

*Cannes Film Festivali'nin en tartışmalı yıllarından birini örneklemek için çok da geriye gitmeye gerek yok. Geçtiğimiz yıl mayıs ayına dönmek yeterli. Son yılların en olaylı festivallerinden birini geçiren Cannes'da ödüllerin önemli bir kısmının tanıdık Amerikalı isimlere gitmesi o kadar tartışıldı ki, The Tree of Life gibi tüm dünyayı ikiye bölen bir filmin bile Altın Palmiye kazanmasını tartışacak mecal kalmadı kimsede.

 

*2001 de Cannes tarihinin en tartışmalı yıllarından biriydi. Bu kez dünyayı ikiye bölen kişi Lars von Trier'di. Dancer in the Dark, Altın Palmiye ve kadın oyuncu ödüllerini kazanırken, Altın Palmiye için yarışan filmler arasında In the Mood for Love, Songs from the Second Floor gibi katıksız başyapıtlar ve Code Unknown, Yi Yi ve O Brother, Where Art Thou? gibi filmler vardı.

 

*1986'da ise Altın Palmiye'ye aday filmlerden bazılarının yönetmeni şunlardı: Andrey Tarkovsky, Martin Scorsese, Robert Altman, Neil Jordan ve Jim Jarmusch... Ödülün sahibi ise The Mission filmi ve Roland Joffe oldu...

 

*Cannes'ın kafaya taktığı yönetmenlerden, ödülleri her zaman tartışılan yönetmenlerse ikişer kez Altın Palmiye kazanmış Bille August ve Dardenne kardeşlerdi.

 

GÜNAH DEFTERİ EN KALABALIK: OSCAR

 

*Tüm festival ve ödül komiteleri arasında en çok şamatayı Oscarların koparması sürpriz değil elbette. Her yıl hem diğer tüm önemli ödüllerin ardından verilmesi nedeniyle belli bir ezbere dayanması, hem de insanı feci halde irrite eden politik kararları nedeniyle sevmeyeni seveninden çok, buna rağmen de ayıla bayıla izlenen bir tören kuşkusuz. Tüm kararları bir yana, birkaç kez aday gösterilmiş olmasına rağmen, Stanley Kubrick'e asla en iyi yönetmen ödülü layık görmemiş bir akademi grubunu ciddîye alabilmek çok zorken, ödüllerini tartışmak bile anlamsız kalıyor.

 

*Yine de tartışalım ve hattâ tartışmaya 1941'den başlayalım. Biri Hitchcock'un en gösterişçi ve ödül avcısı işi (hattâ Hitchcock'un bu filmi Oscar kazanmak için çektiğini itirafı bile bilinir), diğer yanda pek çoklarına göre Charlie Chaplin'in en iyisi... Kazanan Hitchcock'un Rebecca'sı olsa da o yıl The Grapes of Wrath'le birlikte en büyük şamatayı koparan film The Great Dictator olmuştu kuşkusuz.

 

*1942'de verilen en iyi film kararının ise gerçek bir şuursuzluk olduğu su götürmez. Hemen herkesin birleştiği Oscar yanlışlarında neredeyse başı çeken karar, Citizen Kane dururken, How Green Was My Valley gibi ortalama bir aile melodramına verilen en iyi film Oscar'ıdır. Bu kadar ilerigörüşsüzlük olur!

 

*1951'de Sunset Blvd. gibi zekîce yazılmış bir işin senaryo dalında, 1953'te Viva Zapata!’nın en iyi film dalında, 1961'de Psycho'nun en iyi film ve senaryo dalında aday olmamasını akıl, izan almıyor.

 

*Rex Harrison'ın yeteneği su götürmez ama 1965'de My Fair Lady'deki performansının Dr. Strangelove'daki Peter Sellers'dan daha iyi olduğu kararını veren akademinin, 2012'ye gelindiğinde Gary Oldman'ı henüz ilk kez Oscar'a aday göstermesi de anlaşılabilir oluyor.

 

*Akademinin en büyük hobilerinden biri, diğer adayların karşısında Stanley Kubrick'in hakkını yemek kuşkusuz. 1969'da Oliver!’la Carol Reed, 1976'da One Flew Over the Cuckoo's Nest ile Milos Forman, Stanley Kubrick'in çıkarttığı işlerden daha başarılı bulundu.

 

*1977 de Oscar tarihinin bir diğer utanç yılı. Yine sinema tarihinin en tartışmalı ödüllerinden biri veriliyor bu yıl. Önce adayları sayalım: Taxi Driver, Network, All The President's Men ve Bound for Glory... Şimdi de kazanan film: The Rocky! O ânın gazına gelerek verilen ödüller listesine yıllar sonra, Titanic, Shakespeare in Love, Crash gibi filmler de katılacak ama hiçbiri bu kadar etkili olmayacaktı... Taxi Driver'ın yönetmen ve senaryo dallarında aday gösterilmemesini de esgeçmeyelim.

 

*Oscar tarihi, onun yerine bunu seçerek dumura uğrattığı filmlerle meşhur diyebiliriz aslında. 1980'de Apocalypse, Now ve All That Jazz dururken Kramer vs. Kramer'a, 1991'de Goodfellas dururken Dances with the Wolves'a, 1995'te Pulp Fiction dururken Forrest Gump'a, 1997'de Fargo dururken The English Patient'a ödül vermek, akademinin yaptığı tatsız şakalardan bazıları.

 

*1998'de Woody Allen'ın kariyerinin en başarılı senaryolarından biri olan Deconstructing Harry, Good Will Hunting'e yenildi. Daha can acıtıcı şekilde şöyle söylenebilir: o yıl 20'li yaşlarının başındaki Ben Affleck ve Matt Damon, Woody Allen'dan daha iyi senaryo yazarlarıydı.

 

*Oyunculuklardaki feci kararların son yıllardaki en bariz örnekleri ise Russell Crowe'a Gladiator'la en iyi erkek, Reese Witherspoon'a Walk the Line'la, Gwyneth Paltrow'a Shakespeare in Love'la, Sandra Bullock'a ise Blind Side'la en iyi kadın oyuncu ödüllerini vermek olsa gerek. Bu oyuncu ödülleri o kadar tartışıldı ki, iş diğer adayların daha başarılı olması durumunu bile aştı.

 

*Charlie Chaplin, en iyi yönetmen Oscar'ı kazanamadan aramızdan ayrıldı. Demek ki ne, doğru ödül diye bir şey yok. Bunları alt alta sıralayıp şaşırmak, kızmak, ayıplamak var. Bir sonraki yılın en iyileri listemizi kaleme alana kadar da bizden iyisi yok.