






PINAR GİBİ MANYAKLARLA HER YERDE KARŞILAŞAMIYORSUNUZ. TÜRKİYE'DE İNSANLAR OYUNCULUKTAN BÖYLE ŞEYLERİ ANLAMIYOR ÇOĞUNLUKLA. OYUNCUNUN KİMLİĞİ, ADI, SOYADI, YAPACAĞI VE YAPAMAYACAKLARI VAR BURADA HEP. BÜYÜK İSİMLER VAR BİRLİKTE ÇALIŞMAK İSTENEN, ONLAR DA BURADAN. BÜYÜK HAYALLER YA DA MERAKLAR PEK YOK BURADA. İŞTE, CİHANGİR VAR, BEBEK VAR, SETLER VAR OYUNCULAR İÇİN. SAHNE VAR, GENELLİKLE UTANDIRAN PERFORMANSLAR SERGİLENEN.
Burada çok harika şeyler de var ama bir kısırdöngünün var olduğunu inkâr etmek çok zor. Pınar'ın manyak oluşu yalnızca bu kısırdöngüye çomak sokmakla bitmiyor. Oyunculuk anlamında da burada izlemeye alıştığımız bir tarzı yok Pınar'ın. Biraz özellikli bir tip açıkçası. Hem de kafası açık. Komik biri aynı zamanda. En çok da meraklı olduğundan manyak, Pınar. Yeni bir şey bulmaya, görmeye, öğrenmeye meraklı biri. Kesmiyor onu aynı şeyler etrafında dolanmak. Para biriktirmek, onu almak, bu tür bir oyuncu olmak da değil derdi. İstediği rolleri, istediği yerlerde, istediği şekilde oynamak istiyor. Yalnızca oyunculukla değil, kamera arkasıyla, montajıyla, kurgusuyla, kitapla, yazıyla da ilgisi var. Dünyayla bir derdi var.
İNGİLTERE HİKÂYESİNİN BAŞINA DÖNELİM
Pınar Öğün, bir süre önce İngiltere'nin saygın tiyatrolarından birinden teklif aldı. Pentecost adlı bir oyunda, başrolde, Gabriella karakterini oynayacak bu ay. Oyunu yüksek tavanlı bir kilisede, dünyanın dört bir yanından seyircilerin karşısında, kalabalık bir ekip ve yetenekli bir yönetmenin verdiği oyunla oynayacak. Acaba sonra neler yapacak? Ama önce buraya gelene kadarki kısmı, kendisiyle gerçekleştirdiğim Skype muhabbeti üzerinden dinleyelim.
Teklif nasıl geldi?
İngiltere'de öğrencilik yıllarımda, Lambda'da okurken çeşitli performanslarımız oluyordu, dışarıdan gelen insanlara da açık olan, biletli oyunlardı bunlar. Ben ikinci sınıftayken Pentecost adlı oyun seçildi ve beni Gabriella karakterine uygun gördüler. Fransız bir arkadaşım da... Edward... Edward...
Scissorhands?
Hahaha yok. Edward Akrout. O da oynuyordu oyunda. Biz bu oyunu sahneledik ve aradan yıllar geçti, okul bitti, ben Türkiye'ye döndüm, burada çalıştım.
Ne çalıştın?
Türkan adlı dizide, Türkan Saylan'ın hayatını oynadım...
Bütün hayatını baştan sona oynadın? Yıllarını almış olmalı...
Hahaha yani enteresan bir şekilde 18-19 yaşından, 55-56 yaşına kadar oynadım... Sonra da zaten filmini yaptılar. Son dönemlerini...
Son sekiz günü diye biliyorum ben... Peki sen neden oynamadın filmde?
Bana teklif gelmedi.
Hahaha tamam peki... Başka?
Son dönemde eve kapanıp çok yoğun bir biçimde çeviri yapmaya başladım.
Ne çevirisi yapıyorsun?
Meltem Arıkan'ın Yeter, Tenimi Acıtmayın adlı, Düşünce Özgürlüğü Ödülü almış ama onun öncesinde çocukları muzır neşriyatta koruma amacıyla mahkemeye verilmiş ve daha sonra raflardan kaldırılıp, siyah bantlarla yeniden raflara konmuş bir kitap kendisi. Türkiye'de ensest kelimesinin kullanılması yasaktı ve artık değil. Bunun olması, bu kitap sayesinde oldu. Bu kitabı çevirmeye başladım ve devam da ediyor hâlâ. Çok zahmetli bir iş. On sayfayı iki günde filan anca çevirebiliyorum. Çok zor bir iş Türkçeden İngilizceye anlamını da kaybetmeden çevirmeye çalışmak gerçekten...
Evet ben de bu röportajı çevirecek arkadaşımızı düşünüyorum mesela şu an, zor gerçekten.
Evet, kolaylıklar diliyorum ona da... Ve esas ilk sorunun cevabını vermek istiyorum.
Tabiî buyrun.
İşte bütün bu süreçlerden sonra beni bir gün Edward aradı ve “Pınar, ben Pentecost oyununda oynuyorum ve Gabriella karakteri yok, sen ilgilenir misin?” diye sordu. Ardından ben kast yönetmeniyle diyaloğa geçtim ve Londra'ya geldim. Ve Londra'da National Theatre'ın fuayesinde yönetmenle karşılaştık. Ben bir yere gideceğiz ve orada deneme olacak zannederken, gayet koridorda izledi beni. Bütün oyunu oynadım, bütün metin ezberimdeydi.
Baştan sona?
Evet, evet. Bir buçuk saat sürdü deneme. Çok eğlenceliydi.
Peki, nasıl görünüyordu adam? Yıkılmış? Heyecanlanmış? Etkilenmiş?
Tepkilerini takip etmedim ama sonunda bana çok güzel şeyler söyledi. Sanırım aradığı enerjiyi buldu. Bu karakter daha önce çok rijit ve maskülen oynanmış, ben sert değil de daha hafif, yumuşak oynadım karakteri. Benim aklımda öyle bir kadın vardı. Tiyatroda bıyıklı kadın diye bir tabir vardır. O bedende oynayanlar vardır pek çok karakteri. Ondan kaçtım, daha pozitif bir kadındı benim Gabriella.
DÜNYAYA SAVAŞ AÇMIŞ BİR KADIN
Anladım. Peki provalar nasıl gidiyor? Kaçıncı günündesiniz şu an? Daha ne kadar sürecek?
İşte bugün 19 Şubat, daha bir haftadır prova yapıyoruz, haftasonu hariç ve oyun çıktı gibi aslında.
Çok kısa bir süreç değil mi oyunu çıkartmak için?
Londra'da çok hızlı oluyor oyunu çıkartma süreci. Çünkü böyle kalıplar var, çalışma kalıpları, onları üstüste kurunca, tık tık oluyor. Zaten çok fazla mizansen içeren bir metin değil. Çoğunlukla iki kişiyiz sahnede. İkimizin mizansenini kurmak kolay oldu. İkinci perde daha kalabalık, onu kurmak daha zor olacak herhalde. Oyunda çok fazla mülteci karakter var. Kastta da hepsi farklı ülkelerden seçilmiş oyuncular var, hiçbiri İngiliz değil ve dolayısıyla herkes farklı oynuyor. Sanırım o biraz zorlayacak.
Peki oyun neyi anlatıyor? Seni ne çekiyor metinde?
Yani tarih kavramını eşeliyor metin. Tarihi kim yazdı ve yazılmış tarihin ne kadarı doğru? Ne kadarı gerçek? Bunlar doğru mu yoksa uygun görülenler mi? Metin bir sürü “acaba?” getiriyor. Tarihin yapısında dinin etkisini tartışıyor aynı zamanda. Din, politika, sanat ne kadar yönlendiriyor tarihi? Bunları soruyor. Benim oynadığım karakter de yazılmış tarih üzerinden bir yanlış keşfediyor ve onun izini sürerek tüm dünyaya savaş açıyor aslında. Bunu oynamak da bana çok keyifli geliyor.
Güzelmiş... Peki İngiltere'desin ve oyunu da baştan sonra İngilizce oynuyorsun. Senin için hangi dilde oynadığının bir önemi var mı? Daha rahat mı, daha zor mu? Daha garip mi? Daha içinde misin? Daha dışında mısın?
Hmmm... Şöyle söyleyeyim, önceden çok zorlanıyordum ama burada eğitim aldığım için o kadar da zorlanmıyorum. Yalnızca bazen dilin ve kültürün kendisine ait olan deyimlerde ya da birtakım ufak göndermelerde zorlanıyorum. Mesela “Well sod for a game of soldiers” gibi bir şey vardı.
Ne demekmiş o?
Yani aslında “Hayatta olmaz!” gibi bir şey ama enteresan işte. Yani “Acı patlıcanın kırağı çalmaz” gibi bir şeyi de bir İngiliz'in oynaması, söylemesi zor bir şey. Anlamında kaybolduğu bir şeyi söylemesini bekliyorsun o kişiden bir yerde. Biraz komik... Böyle birtakım sorunlar olabiliyor ama sürekli keşfettiğim bir dilin içinde oyunculuk yapıyor olmak da eğlenceli benim için.
Peki buradan yola çıkarak başka bir şey sorayım, sen oyuncu kimliği taşıyan biri olarak aidiyet duygunu da yanında götürüyor musun gittiğin yere? Şu açıdan soruyorum, çünkü Türkiye'de şöyle manşetler çok çıkar ya, “İngiltere'de bir Türk kızı” ya da işte “Türk'ün zaferi”...
Yani bu söylediğin şeyin bende hiçbir karşılığı yok. Bu temsil etmek meselesini ben anlamıyorum. Tabiî çok eğlenceli bir şey Türkiye'de doğup büyüyüp dünyanın başka bir yerinde var olmak. Zaten benim çocukluk hayalimdi oyunculuk yapmak ve çok mutluyum bu işi yapmaktan ama bana bir teklif geldiğinde ben o işi yapıp yapmamayı düşünürüm yalnızca. Yani birşeyleri temsil etmek, bir şeye ait olmak adına değil, tamamen yapmaktan keyif aldığım için bunu yapmak benim derdim. Yani Türkan Saylan'ı oynarken de “Ben şimdi Türkan Saylan'ı temsil ediyorum” diye düşünmedim. Ben bir oyuncuyum ve Türkan Saylan'ı oynadıktan sonra bir hayat kadınını oynayamayacak mıyım ya da Hitler gibi bir karakteri ya da ne bileyim bir uyuşturucu bağımlısını... Oyunculuk bir şeyi temsil etmek değil bence.
Türkiye'de bu işin algısının bu şekilde olmadığına her gün çeşitli şekillerde şahit oluyor olmak biraz sıkıcı tabi... Peki, oyunun tarihlerini alalım senden? Ne kadar daha ordasın?
Oyun 8 Mart'ta başlıyor. Prömiyerimiz 8 Mart ve 8 Nisan'a kadar devam edeceğiz.
Pentecost'tan sonra sırada ne var peki?
Bu oyunun ardından Memet Ali'nin (Alabora) yöneteceği bir oyunda oynayacağım. Meltem Arıkan yazdı o oyunu. Memet Ali'yle oynayacağız. Oyunun adı Mi-Minör. Piyanist karakterini oynuyorum onda. Bu oyunla uluslararası festivalleri de gezmeyi planlıyoruz. Bu sene de benim için tiyatro senesi olacak sanıyorum.
O halde hayırlı işler. Kolay gelsin size.
Teşekkürler.
Güzel güzel oynayın oralarda, birbirinizi üzmeyin. Prömiyere yetişemezsem de sonrasında gelip izlemek istiyorum oyunu. İyi çalışmalar şimdilik...
Bekleriz efem, sevgiler.