Bantmag

KORKU FİLMLERİNİN MÜZİK VE DAHA GENELDE SESLERLE OLAN HAYATÎ İLİŞKİSİNİ EN İYİ ANLATAN ANEKDOT, MUHTEMELEN JOHN CARPENTER’A AİT OLAN.

 

1978 yılında gayet düşük bütçeyle çektiği Halloween’in final hâlini 20th Century-Fox’ın bir yöneticisine izleten Carpenter, görsellerin bu şahsı yeterince etkileyememesi karşısında çözümü filmi “müzikle kurtarmakta” bulmuş. Carpenter’ın yaptığı filmi kurtarmaktan fazlasıydı hâliyle. Halloween’in o soğuk, tekinsizliği önceleyen ve akla kazınan basitlikteki melodisi tüm 80’leri hâkimiyeti altına alan mistik synthler ve ürkütücü görsellerin birleşiminin doruklarından biriydi. Bugün Demdike Stare, Gatekeeper ya da Roll the Dice gibi, müziklerindeki ürkütücü anlara synthleri âlet eden müzisyenlerin sürekli John Carpenter’la birlikte anılması, onu ilham kaynakları olarak göstermeleri tesadüf değil. Carpenter’ın yaptığı da onların yapmaya çalıştığı gibi sessizlik-gürültü formülünün kolaycılığından uzakta kendine has bir ses evreni yaratmaktı.

 

Ünü filmleri geçenler

Endüstriyelden drone’a black metalden dark ambient’a dinlediğimiz onlarca müziği tanımlarken kelimelerin yetmediği noktada en çok başvurduğumuz tâbirlerden biri “korku filmi müziği gibi.” Bununla kastettiğimiz aslında tamamen atmosfer. Nasıl iyi bir korku filminden beklediğimiz âni şoklardan ya da ürkütücü görsellerden öte atmosferin bizi yutup sindirmesiyse, müziklerinden beklediğimiz de aynısı. Kimileri klasik müziğin ezici görkeminden yararlanarak yapıyor bunu, kimi ucuz analog synthlerle, kimiyse sadece seslerle. Ama korku filmlerinin seslerle ilişkisi o kadar yoğun ki, müziklerinin bazen filmi aşan bir referans hâline gelmesine, ortalama bir filmin yalnız müzikleriyle değerlenmesine ya da o seslerin filmlerden tamamen bağımsızlaşıp cingılvarî bir işlev kazanmalarına sıklıkla rastlıyoruz.

 

Jaws’u izlemiş olmanın hiç önemi yok, gelmekte olan stres ya da korku dolu bir durumu şu ünlü melodiyle ifade etmeyen az kişi vardır. John Williams kendisine ilk dinlettiğinde, şaka olduğunu düşünmüş Spielberg. Ama ilk fikirlere güvenilseydi bir başka klasikten daha mahrum kalacaktık. Psychonun klasikleşmiş duş sahnesinde müzik kullanmayı hiç düşünmüyormuş Hitchcock. Ancak Bernard Hermann’ın o gergin ve kaotik yaylıları dünya sinema tarihinin en unutulmaz anlarından birini yarattı. Psycho ve 70’ler sonundaki deneyselleşme arasındaki dönemde klasik müziğin şeytan, din ve tabular arasındaki güçleri diriltme etkisinden yararlanan soundtrack’ler içinde Night of the Living Dead ve Carnival of Souls’u en kişilikli örnekler arasında gösterebiliriz. “Kişilikli”den kasıt, yumuşak melodilerin içinden çıkıp gelerek bir anda gürleyen yaylılardan ibaret olmamaları.

 

Klasik müzikten prog-rock synthlerine

 

Ve tabiî ki 70’lerin ikinci yarısına girmişken The Omen’a Jerry Goldsmith’in yaptığı müzikler ve özellikle de Ave Satiani’nin şeytan dirilten orkestra ve korosu unutulamaz. O kadar ki, bu görkemli korku eseri sonraları Black Sabbath dâhil, karanlık taraftan gelen pek çok grubun sahneye çıkış marşı hâline geldi. Bugünün değişen görsel/işitsel estetikleri ve temalarıyla birlikte bu denli senfonik eserlerin devri kısmen kapandı ama son bir müthiş örnek olarak Coppola’nın 1992 tarihli Bram Stoker’s Dracula’sına Wojceich Kilar’ın yaptığı müthiş gotik ve filmin kendisi gibi korkutucu olmaktan ziyade romantik eseri sayabiliriz. Bugün klasik eserlere klasik olmayan yorumlar tercih ediliyor. Daha önce defalarca klasik müzik ile eşlik edilmiş Nosferatu’yu Faust elektrikli testere ile terörize ediyor, Year of No Light gibi bir metal grubu Vampyre’ye post-rock estetiklerinden ilhamla görkemli müzikler yapıyor.

 

Klasik müzik ve synthlerin korku âleminde temsil ettiği farklılıklara yerinde bir örnek de Romero’nun Night of the Living Dead’ine 30. yıl vesilesiyle Scott Vladimir Licina tarafından yapılan bol synthli ve gizemli versiyon. Ama o kadar ileri gitmeye gerek yok, dönüşüm başta da bahsettiğimiz gibi 1970’ler sonlarında başlamıştı. Hattâ Carpenter’dan da önce, 1973 yılında The Exorcist’te kulağımıza çalınan bir melodiyle. Krzysztof Penderecki ve Jack Nitzsche’nin avangart ve gerçekten korkutucu ses denemelerinin yanında filmle asıl özdeşleşen parça, bir progresif rock’çının, Mike Oldfield’in bir reklam müziğiymişçesine ilk duyuşta akla kazınan ve bugün hâlâ haber programlarına fon olan "Tubular Bells"i olmuştu.

 

Çağrışımlar ve ürküten ninniler

 

Dönemin ruhuna tam da uygun aslında… Synthesizer’ların ucuzlukları ve Carpenter gibi sanatçılara “kendi müziğini kendin yap” imkânını vermesiyle birlikte 70’ler ve 80’lerin devamında da korku filmleri synthlerle özdeşleşir oldu. Progresif demişken her anlamda en deli işi kayıt ise İtalyan ekip Goblin’den geldi. 1975’de Deep Red ile şaşırtan Dario Argento işbirlikleri 1977 yılında Suspiria ile en sürprizli ürününü verdi. Synthler, perküsyonlar, üflemelilerden oluşan kakofoninin üzerine binen uğursuz “witch” fısıltıları korku müziğinin müzikal anlamda ne kadar ucu açık olabileceği, hattâ bazen korkutucu olmakla ilgisinin bile olmayabileceği yönünde zihin açıcıydı. Romero bu konuda bir adım daha ileri giderek Dawn of the Dead’e Goblin’in yanında ses kütüphanesinden kayıtlar koydu. Ünlü alışveriş sahnesinde çalınan “The Gonk”un karnaval havasının her duyulduğunda tüyler ürpertmesinin bir anlamı vardı, o da her şeyin çağrışımlarda bittiği...

 

Yoksa ne Freddy’s Rhyme kulağa her çalındığında asla uyumama isteği uyandırırdı insanda ne de Rosemary’s Baby’nin girişindeki (Fantômas tarafından da şahane yorumlanan) ninni masumiyet yerine şeytanı çağrıştırırdı. Hafızada gizli çağrışım ve anıların geri dönmesinin The Shining’in final sahnesinden daha tedirgin ettiği bir yer daha yoktur herhâlde. Yine Penderecki’nin tüyler ürperten kaotik müziklerine rağmen en ürpertici ânı 1930’lardan dingin ve huzurlu bir Ray Noble klasiği, “Midnight, the Stars, and You” yaşatır. Bugün Leyland Kirby gibi hafıza ve anılarla ilgilenen müzisyenler ve “hauntology” tâbir edilen akımın yapmaya çalıştığı da o malûm sahnenin etkisini yaratmaktır tekrardan. Anılarda saklı olanı ortaya çıkartmanın ürkütücülüğü “korku filmi” tanımını biraz genişletirsek David Lynch’in Eraserhead’inde de karşımızdadır.

 

70’ler bugünden ilerici

 

Ama belki de hepsinden ürkütücü olan, şiddeti iliklerinize kadar hissetmenizi sağlayan yarattığı psikolojik terör tıpkı filmi gibi çok yoğun olan The Texas Chainsaw Massacre’ın, yönetmen Tobe Hooper ile Wayne Bell’in elinden çıkma müzikleri. Ne melodi ne de parçalar; onun yerine kaset manipülasyonları, garip enstrüman deneyleri, çığlıklar, testere ve bilumum dış seslerden müteşekkil bu soundtrack her duyulduğunda o tiksintiyi tekrar yaşatan, asla filmden bağımsız şekilde müzikal bir zevk yaşatamayacak cinsten.

 

Bugünün popüler korku müziklerinde bile o dönemin cesurluğu yok aslına bakılırsa. Artık sahnelerle anlam kazanan görseller yerine soundtrack’lerde kullanılan parçalar var çoğunlukla. I Know What You Did Last Summer, Kula Shaker’ın “Hush”ını, Scream ise Nick Cave’in “Red Right Hand”ini yeniden popülerleştirmekten başka nasıl bir müzikal etki yarattı? Korku filmi denince bugünkü ortalama algı, ana akım üzerine konuşursak eğer, distorte rock/metal parçaları ve vahşî vokallerin gerekliliği ve biraz da popüler kültür göndermeleri. Devir Rob Zombie’nin devri artık, Carpenter’ın değil. Ve bugün ürkütme işlevini, her şeyi gözüne sokmadan sessizliğin dayanılmaz eziyetini yaşatmayı üstlenenler, korku filmleri yerine Silent Hill, Resident Evil ya da Quake gibi bilgisayar oyunları artık.

 

Bu topraklara dönersek

 

Korku filmi geleneği henüz olmayan bir ülkede korku filmi müziği diye bir kavramın gelişmesi beklenemez ama geçen sene çıkan bir albüm bu konuda şeytanın bacağını kırdı. İzmir doğumlu olup uzun yıllardır Amerika’da yaşayan ödüllü film müziği bestecisi Semih Tareen’in Karanlık Senfoniler’i sadece alanında bir istisna olmasıyla değil korku kavramından bile bağımsız olarak iyi bir “film müziği” ya da “çağdaş müzik” eseri olarak dinlenebileceği için de değerli.

 

Çağdaş ambient/drone müzisyenlerinden korku filmi müziği olmayan 15 korku dolu parça

 

Kreng - Wrak (Grimoire)

Juv - Sut (Juv)

Roly Porter - Tleilax (Aftertime)

Demdike Stare - Of Decay and Shadows (Voices of dust)

Ural Umbo - This Dead and Fabled Waste (Delusion of hope)

Young Hunting - Spiritual Abandonment (Night of the burning)

Lustmord - Corvus Mysterium (Songs of gods and demons)

Roll the Dice - The Skull Is Built into the Tool (In Dust)

The Church of Synth - Die Kathedrale der ewigen Leere  (The Church of Synth)

Svarte Greiner - Candle Light Dinner Actress ( Kappe)

Gnaw their Tongues - L'Arrivée de la Terne Mort Triomphante (L'Arrivée de la Terne Mort Triomphante)

Prurient - Palm Tree Crops (Bermuda Drain)

The Haxan Cloak - Horses Hung (The Haxan Cloak)

Suum Cuique - Red Binary (Midden)

The Stranger - Something to Do with Death (Bleaklow)