Bantmag

BAZI OYUNCULAR ÇOĞUNLUKLA VASAT PERFORMANSLAR VERMELERİNE RAĞMEN, GARİP BİR SAYGINLIK KAZANIRLAR. DÜNYANIN EN İYİ OYUNCUSU OLMADIKLARI ÇOK AÇIKTIR. ANCAK YA ŞANS, YA ZAMAN YA DA ÜZERİNDE ÇOK UĞRAŞILMIŞ BİR KARİYER PLANI ONLARA BU SAYGINLIĞI KAZANDIRIR.

 

Üstelik dünyanın hangi ülkesinde yaşadıklarının da bir önemi yoktur. Bir anda kendilerini Hollywood'un göbeğinde, tüm dünya onları izlerken zafer işareti yaparken bile bulabilirler... Bazı oyuncularsa ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar, asla geniş kitlelerin fark ettiği yıldız bir isme dönüşemezler. Ya kimyalarında yoktur, ya başarısız bir menajer ya da ajansla çalışmaktadırlar ya da yalnızca şanssızdırlar. Bu yazının konusu olan isim, Hugh Dancy de tam olarak bu gruba dâhil edilebilecek bir isim. Yetenekli ve oldukça yakışıklı bir aktör olmasına ve 37 yaşından gün almasına rağmen, hâlâ bir dünya yıldızı olamayan Hugh Dancy'yi takip edenler, yıllardır “Neden olmuyor?” sorusunu soruyor olmalı, “Neden Dancy çok ünlü bir yıldız olmuyor?”...

 

Felsefeci bir baba ve yayıncı bir annenin oğlu olan Dancy, 23 yaşına gelene kadar hiçbir kamera önü tecrübesi olmayan bir İngiliz delikanlısıydı. Doğup büyüdüğü Oxford'da çeşitli tiyatro kumpanyalarına katılmaya karar verdiği 18 yaşından sonra pek çok oyunda sahne aldı ve bugüne dek uzanan parlak bir tiyatro kariyeri edindi. Aralarında Sam Mendes'in de yer aldığı pek çok yönetmenin sahnelediği oyunlarda rol aldı ve irili ufaklı bazı ödüller bile kazandı.

 

Kamera karşısına çıktığı 1998 senesinden sonra, aralarında Cold Feet'in de bulunduğu çeşitli televizyon dizileri ve aralarında Madam Bovary ve David Copperfield gibi klasiklerden adapte edilen televizyon filmlerinin de yer aldığı bir dizi projede yer aldı. Bu dönemde kendisiyle ilgili keşfedilen en mühim bilgi, kemikli yüzünün ve dağınık dalgalı saçlarının dönem filmlerine pek yakıştığıydı. Belki de ilk sinema filmi Young Blades'deki D'Artagnan rolü de bundandı.

 

Dancy, 2001'de ilk geniş kitle Hollywood prodüksiyonu işini kaparak, Ridley Scott'ın Black Hawk Down'ında kalabalık bir kadronun içine kaynadı. İşte, yukarıda sözünü ettiğimiz oyuncu modellerinden ilkine uyan bir aktör olsaydı bugün Dancy de bu filmden sonra ününe ün katan Josh Hartnett, Eric Bana gibi oyunculardan biri olup çıkardı. Dancy ise filmografisine The Sleeping Dictionary ve Tempo gibi pek fena video filmleriyle devam etmeyi seçti.

 

2004 yılında Anne Hathaway'in gönlünü kaptırdığı yakışıklı delikanlıyı oynadığı Ella Enchanted ve bir kez daha kılıç kalkan kuşandığı dönem filmi King Arthur'un ardından Dancy, düşük bütçeli Michael Caton-Jones filmi Shooting Dogs'da başarılı bir performans sergiledi. Fakat kariyerindeki ikinci yükseliş, bol ödüllü bir mini dizi olan Elizabeth 1 ile gerçekleşti. Bu mini dizideki performansıyla bir de Emmy adaylığı kazanan Dancy, Basic Instinct 2 ve Blood and Chocolate gibi yine pek fena filmlerle devam etti kariyerine.

 

Dancy için nispeten şanslı bir yıldan söz edecek olursak da 2007'yi anlatabiliriz. Bu yılda Savage Grace, Evening ve The Jane Austen Book Club gibi filmlerde yer alan Dancy, seneyi ortalama filmlerle geçirse de şöhretini bir tık artırdı. Hem Burberry'nin reklam kampanyasının yüzü olup dünyanın dört bir yanından yeni hayranlar edindi, hem de Evening'in setinde tanıştığı Claire Danes'le aşk yaşamaya başladı. İkilinin flört dönemi iki yıl sürdü ve 2009'da evlenen çift hâlâ birlikte ve mutlu görünüyor.

 

2009'da düşük bütçeli bir bağımsız film olan Adam'da oynadığı hastalıklı karakterle bir kez daha dikkatleri üzerine çeken Dancy, Confessions of A Shopacolic ve Coach adlı berbat romantik komedilerin ardından nihayet 2011 itibariyle yeniden adam akıllı seçimler yapmaya başladı. Onu bu yılın pek beğenilen bağımsızlarından Martha Marcy May Marlene ve Our Idiot Brother'da izledik. Maggie Gyllenhaal'la başrolleri paylaştığı Hysteria'da ise vibratörün icadını başaran bir doktor rolünde karşımıza çıktı.

 

Dancy'nin geçtiğimiz yılki bir diğer önemli rolü ise Showtime'ın Laura Linney'li kanser dramedisi The Big C'deydi. Dizide kahramanımızın kanser hastası eşcinsel arkadaşı Lee'yi canlandıran Dancy, yürek burkan ve aynı zamanda insanı hayata bağlayan bir karaktere hayat veriyor olmanın avantajlarını kullandı ve aynı zamanda da rolü için epey kilo verdi... Belki de bu performansı ona ikinci bir Emmy adaylığı getirir ama artık onu beyazperdede canlandırdığı karakterler ve oynadığı başrollerle anmak isteriz. Kendisine inancımız sonsuz ama o da artık eskisi kadar genç değil. Bunca yetenek, bunca dandik film ve pek ses getirmeyen televizyon tecrübeleriyle gözümüzün önünde harcanıp gitmesin. Bizim dikkat çekmek istediğimiz husus budur. Dancy'e başarılar...