Bantmag

DIŞARIDAN BİR İÇEBAKIŞ:
WALL STREET’İ İŞGAL İÇİN BİR REHBER

YAZI: JENNIFER THOMSON, MEHMETCAN DÖŞEMECİ
ÇEVİRİ: DORUK YURDESİN

17 EYLÜL 2011’DE 1500 KİŞİLİK BİR GRUP WALL STREET’İ İŞGAL ETMEK İÇİN TOPLANDI. GRUP, KÜRESEL FİNANS SERMAYESİNİ SEMBOLİZE EDEN CADDENİN POLİS BARİKATININ ARKASINDA KALDIĞINI GÖRÜNCE MANHATTAN’IN FİNANS BÖLGESİNDEN ZUCCOTTİ PARK’A YÜRÜDÜ. DERKEN İNANILMAZ BİR ŞEY OLDU. BAĞIRIP ÇAĞIRDIKTAN SONRA EVE GİTMEK YERİNE O 1500 KİŞİ OLDUKLARI YERE OTURDU…

 

Bu yaz Wall Street’i İşgal başladığında, daha sonra New York City Kurultayı olarak adlandırılacak toplantıda 200 kişi bir araya geldi. Tahrir Meydanı ve İspanya ile Yunanistan’daki indignatos hareketlerinden etkilenen Kurultay, New York City’deki işgali hayata geçirmenin yollarını aradı. Bütün yaz boyunca aşağı Manhattan’da toplanıldı, detaylar konuşuldu. Yaz ortasında Adbusters dergisi 17 Eylül’deki Wall Street’i İşgal eylemi için provokatif bir davet yayınladı.

 

Başlangıçta işgalcilerin çoğu eğitim borçları ve anlamsız işleri yüzünden eli kolu bağlanmış eğitimli Amerikalılardı. Yani bu üniversite mezunları genellikle çağrı merkezlerinde ya da kafelerde, eğitimlerinin karşılığı olmayan işlerde çalışıyorlardı. Onlara şehrin bazı evsizleri, birkaç öğrenci ve, tabiî ki, polisin gizli ajanları katılmıştı. Her gün ülkenin dört bir yanından, bu hareketten esinle işlerinden ayrılarak ya da ailelerinin bodrumunu terk ederek eyleme doğru yola çıkan ve orada yeni bir hayata başlamak isteyen yeni insanlar akın ediyordu.

 

17 EYLÜL’DE BAŞLADIĞINDAN İTİBAREN DAĞINIK OLMAKLA ELEŞTİRİLEN İŞGALİN MESAJINI TEKSESLİ HÂLE GETİREN, EKİM AYI BAŞINDAKİ “BİZ YÜZDE 99’UZ” SLOGANI OLDU.

 

Öncü ve yerleşik işgalcilere, Zuccotti Park’a düzenli olarak gelip işgalin kurultaylarında boy gösteren daha büyük gruplar eklemleniyordu. Yaşlı aktivistler, öğrenciler, anarşistler ve şehrin çalışan sınıfından olup kendini hareketle aynı çizgide gören, sayıları giderek artan miktarda insanlar… Kampta kalmayan bu düzenli ziyaretçilere Slavoj Žižek ve Etienne Balibar gibi akademisyenlerden Zach de la Rocha ve Kanye West gibi müzisyenlere kadar uzanan bir şöhretli konuk silsilesi eklenmişti. Bunun yanında, organize işçi ve öğrenci hareketleriyle beraber onbinleri aşağı Manhattan’a çeken ortaklaşa eylem günleri vardı.

 

Bu sürekli değişen kalabalık ve yerleşik eylemcilerle katılımcılar arasındaki uyuşmazlık gibi sebeplerle Wall Street’i İşgal başlangıçta düzensiz, merkezsizleşmiş ve anlaşılır bir mesajı ya da vizyondan yoksun olmakla eleştirildi. Her ne kadar Kurultay bu eleştirilere 29 Eylül’de yayınladığı bir resmî şikâyet mektubuyla cevap verse de, işgalin mesajını teksesli hâle getiren, ekim ayı başındaki “Biz yüzde 99’uz” sloganı oldu.

 

Görünmezi görünür kılmak

 

“Biz yüzde 99’uz” sloganı Birleşik Devletler’deki gelir eşitsizliğinin biçimsiz hatlarını her şeyden daha fazla ifşa ediyordu. Yarım yüzyıldır ilk kez, Amerikalılar “her şeyi kuşatan orta sınıf” mitinin perdelediği büyük bölünmeyi fark etmeye başladılar. Ekonomist Joseph Stiglitz’in Amerikalıların yüzde 1’inin ulusal varlığın yüzde 40’ına sahip olduğunu gösteren araştırmasından yola çıkan slogan, finans sermayesi ve onun Amerikan demokrasisini ele geçirişi hakkındaki iddianamenin yükselen çığlığıydı. Bir anda, sınıf mücadelesini ABD siyaseti içinde mantıklı bir söylem olarak yeniden meşrulaştırdı.

 

Sloganın açıklığı, Wall Street’i İşgal’in daha geniş toplumsal kesimler ve ana akım medyada yankı bulmasını sağladı. Örneğin, 29 Kasım’da California’da yapılan bir ankette soru yöneltilenlerin yarısı kişisel olarak Wall Street’i İşgal’le özdeşleştiklerini iddia ettiler. Protestonun ardında yatan sebeplere katıldıklarını söyleyenler daha bile çoktu. Ortanın sağında yer alan USA Today gazetesi, insanların seçimle Kongre’ye gönderdiği temsilcilerin yüzde 57’sinin en zengin yüzde 1 arasından çıkmasını ABD’nin neden bu denli eşitsiz bir yer hâline geldiği sorusuna muhtemel bir cevap olarak sundu. Başka ülkelerde olağan karşılanan bu denli popülist görüşlerin açıklanması, Wall Street’i İşgal öncesinin Amerika’sında hiçbir şekilde mümkün değildi. 

 

Toplumsal hareket, toplumsal tutuklamalara karşı

Yukarıda yazılanlar Wall Street’i İşgal’in ne olduğunun, kim tarafından ve ne zaman yapıldığının, ve ABD’de genel olarak nasıl algılandığının kısa bir açıklaması. Ama bizce bu özet Zuccotti Park’taki işgalin gerçek anlamını ve önemini ıskalıyor. Wall Street’i İşgal’in asıl yeniliği hakkında bir fikir edinmek için yakınlaşmamız ve işgalin kendisine bakmamız lâzım. Bunun için de size birbiriyle kontrast oluşturan iki resim sunuyoruz. Birincisi, 15 Şubat 2003’te Washington DC’de yapılan, yarım milyon Amerikalının Irak işgalini protesto için yürüdüğü savaş karşıtı gösteri. İnsanlar doğu yakasının aşağısından ve yukarısından otobüslere doluşup toplanmış, yürümüş, şarkı söylemiş ve bağırmışlardı. Herkes heyecanlıydı. Biraz da gösterinin muazzam kalabalığından beslenen kolektif bir enerji hissediliyordu. Ama sonra acayip bir şey oldu. Önceden planlanan ve onaylanan eylem saat 14:00’te Washington Ulusal Parkı’nda sona erdi. Başka bir organizasyon yoktu ve biraz ortalıkta takılan göstericiler dağılmaya başladı.

 

Kalabalık seyrekleştiği sırada Filistin bayrakları sallayan Uzakdoğulu genç erkeklerden oluşan bir grup gördük. Geniş çim alanın bir köşesinde kurulmuş eylemci masasına kafaları karışmış bir şekilde gözlerini dikmişlerdi. Masanın arkasında epey ince bir kadın oturuyordu ve önündeki parlak pembe pankartta “Modern dansçılar savaşa ve anoreksiye karşı” yazıyordu. İki grubun 10 metre uzaktan birbirini seyretmesi muhtemelen toplumsal hareketler tarihinin en acayip karşılaşmalarından biriydi. Özellikle de şaşkınlıktan dilini yutmuş adamlar, otistik inekler gibi kilitlenmiş, gördüklerine hiçbir anlam veremiyorlardı. Tam bu sırada biraz arkalarında, Rasta olmaya gönül vermiş bir grup beyaz “Demokrasi dediğin böyle olur” diye şakıyordu.

 

Doğru zaman ve doğru yerde, belki bu insan evlatları aslında epey ortak noktaları olduğunu anlayabilirlerdi. Belki de kendi dünya görüşlerinin ve dillerinin ortak bir zeminde buluşmak için çok çok farklı olduğunu anlarlardı. Ama gerçekte buna ne zaman ne de ortam müsaitti ve bön bön bakışlarla geçen birkaç saniyenin sonunda herkes kendi yoluna gitti.

 

Acayip bir sahne olduğu su götürmez. Ama bu anekdot, toplumsal hareket teorisi ve pratiğinde yaşanan, ve 20. yüzyılın son dönemini karakterize eden önemli krize abartılı da olsa bir fon müziği sunuyor. “Hareket etmek” fikrinin özüne kadar uzanan bir kriz bu ve köleliğin kaldırılmasından cinsiyet eşitliğine, sosyalizmden Kürt haklarına son 200 yıldaki çekişmeli politik mücadeleyi hareket kategorisinde tanımlayan politika türünün en son hatalı dönüşüydü.       

 

Bugün bile, birçok toplumsal mücadelenin tâbiri caizse “hasmı” artık statik devlet yapısı değil de kapitalizmin dinamik, polimorf ve sürekli değişen doğasıyken, toplumsal hareket terimi her tarzda amaç ve politika için büyük ölçüde ve sorgusuz sualsiz kullanılıyor. Çevre hareketini, küreselleşme karşıtı hareketi, slow food hareketini, savaş karşıtı hareketi, hattâ Wall Street’i İşgal hareketini dilimize doladık, ama aslında bütün bu çekişmeli siyaset mevzileri, dizginsizce hızlanan kapitalizmi durdurmak ya da tevkif etmek üstüne kurulu.

 

Hareket teriminin süregelen yanlış kullanımının ebedîleşmesi de aynı ölçüde önemli bir taktik krizi. Bu açıdan bakıldığında Washington’daki savaş karşıtı yürüyüşün Ulusal Park’ta nihayetlenişinde ortaya çıkan manzara daha büyük bir sorunu resmediyor. Rotası önceden çizilmiş izinli protestolardan yasadışı doğrudan eylemlere, flash moblardan Anonymous’ın siber saldırılarına, bir toplanma ve dağılma mantığı, toplumsal hareketleri nasıl uyguladığımızı giderek daha fazla ifade ediyor. İddiamız o ki, bu mantık uluslararası sermayenin yatırım ve geri çekilme şeklini taklit ediyor.

 

Bu bağlamda her şeyden önce, Zuccotti Park’ın işgal edilmesi, kendinden önceki Tahrir, Plaza del Sol ve Syntagma meydanlarının işgalinde olduğu gibi, politik mücadelenin teori ve pratiğine sismik bir meydan okuma. Bu meydanlarda olan hareket değil tevkif; dağılma değil kalıcı işgal.

 

17 Eylül 2011’de 1500 kişilik bir grup Wall Street’i işgal etmek için toplandı. Küresel finans sermayesini sembolize eden caddenin ağır polis barikatının arkasında kaldığını görünce Manhattan’ın finans bölgesinden Zuccotti Park’a yürüdüler. Derken inanılmaz bir şey oldu. Bağırıp çağırdıktan sonra eve gitmek yerine o 1500 kişi oldukları yere oturdu. Beş saat içinde giderek 15-30 kişilik ufak gruplara ayrılıp birbirleriyle konuşmaya başladılar. Oraya neden geldikleri ve yapılması gerekenler hakkında düşündüklerini konuştular. Hikâyelerini ve fikirlerini bir araya topladılar o akşam Park’taki ilk Kurultay’da sundular. Bu konuşmalar silsilesi içinde, Wall Street’i İşgal doğdu.

 

Bundan yaklaşık iki ay sonra, 15 Kasım saat 02:00’de yüzlerce New York polisi parka daldı ve işgalcileri vahşî biçimde dışarı çıkarttı. Dışarıda bekleyen çöp arabalarına doldurdukları eşyaların bazıları şunlardı:

 

Halk Kütüphanesi’nden 5000 kitap.

Sekiz adet benzinli jeneratör

Yüzlerce müzik enstrümanı

Üç adet sabit bisikletli jeneratör

Tam teşekküllü bir mutfak

Bir sağlık merkezi

Çocuk oyuncakları

Su filtre sistemi

Üç televizyon, laptoplar, bir projeksiyon perdesi

200’den fazla çadır ve şişme şilte

 

Wall Street’i İşgal’i anlamak için bu eşyalar üzerine düşünüp onları Washington Ulusal Park’taki gönüllü dağılmanın ardında bıraktığı tabelaların ve sigara izmaritlerinin karşısına yerleştirmek lâzım. İşgalin gerçek önemi bu tahrip edilmiş eşyalarda yatıyor. Bu eşyalar, kendini demokratik biçimde kuran organik bir toplumun maddî nesneleri.

 

WALL STREET’İ İŞGAL’İ MISIR, İSPANYA, İNGİLTERE VE YUNANİSTAN’DAKİ MEYDANLARLA BİRLEŞTİREN ORTAK BAĞ, POLİTİK EYLEM İLE BU EYLEMİN İCRA EDİLDİĞİ MEKÂNIN KOLEKTİF ORGANİZASYONUNUN BİRBİRİNDEN AYRILMAZ OLMASIYDI.

 

İşgalin demokratik mekânı

Metrodan çıktığında insanın Wall Street’i İşgal Et’te ilk karşılaştığı şey o veya bu şekilde hep bir polis kordonu, barikatı ya da arabası oluyordu, zira her daim hazır ve nazır parkın etrafında turluyorlardı. 24 saat işgal nöbeti tutan New York polisinin temkinli, bitkin, endişeli ve sessiz yüzlerini geçtikten sonra nihayet parkın dış taraflarına ulaşılıyordu. Burada Fransızca, Almanca, İspanyolca, Arapça, Korece ve Japonca konuşan gazeteciler işgalcilerle söyleşi yapmakla ve ülkelerindeki izleyicilere gece haberi geçmekle meşgullerdi. Bu iki grup, yani tam donanımla orada bulunan ABD polisi ve kalıcı uluslararası medya, Wall Street’i İşgal’i anlamak için önemli. Bunlar işgalin demokratik topluluğunun iş gördüğü, beslendiği, uyuduğu ve büyüdüğü ikiz bağlamı oluşturuyorlardı.

 

Silahları ve kameraları biraz geçince işgalin yaşayan ve nefes alan kalbine ulaşılıyordu. Biraz mülteci kampını, biraz da ütopik mikro toplumu andıran parkta her şekil ve büyüklükte çadır dağılmıştı. Uyumak / seks yapmak için, yemek yemek için, kitaplar için, basın için, toplantılar için çadırlar… Cep telefonu ve laptopları şarj istasyonları, meditasyon merkezleri, bir temizlik ve sağlık barakası, çocukların oyun oynadıkları renkli ve yumuşak matlar… Her yerde konuşan, tabelalar yapan, plan yapan ve uyuyan insanlar vardı. Zuccotti Park parçalanmış ve bireyselleşmiş protestocu Amerikalıların toplantısından ziyade, yeni Amerikan toplumunun icra edilip sunulduğu bir sahneydi. Aşağı Manhattan’ı tanımlayan biteviye mal, insan ve para trafiğinin aksine işgal insanı durmaya zorlayıp, ona “Bak buraya ne kurduk” diyordu.

 

Bu parkın nasıl organize edildiğini anlamak için her gece Kurultay’ın yapıldığı yerde saat 19:00’a kadar beklemek gerekiyordu. Burada parkın içindeki demokratik düzenlemelerden park dışındaki çeşitli eylemlere kadar Wall Street’i İşgal’in tüm yönleri tartışma ve karar için masaya yatırılıyordu. Kurultay’ın kurduğu, yemek, ilaç, destek, sanat, enformasyon, doğrudan eylem, hukukî meseleler ve hijyenle görevlendirilmiş, herkese açık alt komiteleri vardı. Bunların her biri işgal hakkında bilgi alan ve onu yeniden tanımlayan çoklu (fiziksel ve fikirsel) mekânlar yaratıyordu. Medya ve dışarıdaki gözlemcilerin neyi ıskaladığı nihayet bu toplantılarda anlaşılıyordu: Wall Street’i İşgal, eski toplumun zincirlerini eleştirmek kadar yeni toplumu kurmakla da alâkalıydı. Tam da kendilerinin varlığını inkâr eden “demokratik” topluma karşı isyanlarının mekânı içinde Zuccotti Park’ın insanları, olması gerektiğine inandıkları demokrasiyi hayata geçiriyorlardı.

 

Meydanın “iç” ve “dış”ının birbirine dolandığı nokta, 2011 ayaklanmalarını tanımlayan vasıf olarak karşımızda duruyor. Wall Street’i İşgal’i Mısır, İspanya, İngiltere ve Yunanistan’daki meydanlarla birleştiren ortak bağ, politik eylem ile bu eylemin icra edildiği mekânın kolektif organizasyonunun birbirinden ayrılmaz olması. Aslında bu sürekli işgaller devam ettikçe, birbirleriyle daha da iç içe geçecekler. 

 

BU ORTAKLAŞA İŞGALLERE KATILANLAR SADECE SÖZLERİYLE DEĞİL, GÜNLÜK EYLEMLERİYLE DE GÖSTERDİLER Kİ, İNSANLARIN YÜZDE 99’U BIRAKIN DEVLETE İHTİYAÇ DUYMAYI, ONSUZ HAYATI DÜZENLERKEN ÇOK DAHA İYİ BİR İŞ ÇIKARTIYORLAR.

 

 

Düşünceyi tahliye edemezsiniz

“Demokratik” olsun ya da olmasın bütün dünya devletleri için büyük tehdit, kamusal yaşamın bu şekilde ortaklaşa ve demokratik biçimde yeniden düzenlenmesi. Bu ortaklaşa işgaller, “devlet”in kendine biçtiği, dünyadaki insanların hayatlarına ayar verme rolüne, bütün slogan ve protestolardan daha fazla meydan okuyor. Sadece sözleriyle değil, günlük eylemleriyle de gösteriyorlar ki, insanların yüzde 99’u bırakın devlete ihtiyaç duymayı, onsuz hayatı düzenlerken çok daha iyi bir iş çıkartıyorlar.

 

Polis şiddeti, liberal demokratik rejimlerin son sığınağı. Filmler, futbol rekabetleri ve Noel mucizeleri yetmediğinde karşımıza bu çıkıyor. Onun devreye girmesi ABD şehir işgallerinin devlete karşı temel ve hayatî bir meydan okuma olduğuna ve devletin “yumuşak” ideolojik aygıtında bir arıza meydana geldiğine işaret. Eğer devlet Wall Street’i İşgal’i basitçe liberal demokratik sistem içine katabilseydi, Demokrat Parti politikasındaki ufak bir sola kayışla işgali soğurabilseydi, gözyaşartıcı gazlara, ses bombalarına ve biber gazlarına ihtiyaç kalmazdı. Gelgelelim, Wall Street’i İşgal ve onun Amerika’ya yayılan kardeş işgallerinin doğumunu izleyen iki ay içinde, ABD hükümeti bu demokratik mekânlara toplu bir saldırı koordine etti. FBI ve İç Güvenlik Bürosu, 70’ten fazla şehirdeki polis birimleriyle eşzamanlı olarak ABD’deki başlıca işgal alanlarını tahliye etti. Amerikan polis devletinin tekrar ortaya çıkışı (daha doğrusu, karanlık gettolardan çıkıp ön sayfaların spot ışığına taşınması) Wall Street’i İşgal’in orijinalliğine ve potansiyel gücüne en önemli kanıt.

 

Bir zayıflık göstergesi olmakla beraber, devletin Wall Street’i İşgal’e cepheden saldırısı etkili oldu. “Düşünceyi Tahliye Edemezsiniz” şeklindeki yeni slogana rağmen, yasadışı polis eylemlerinin bir gerilemeye yol açtığı inkâr edilemez. Fizikî mekânı parçalayan devlet, işgallerin hayata geçmiş demokrasisini bir gerçek olmaktan çıkartıp internetteki forumlarda gezinen ve tek tük eylemlerde vücut bulan evsiz bir “düşünce”ye dönüştürdü.

 

Yeni bir senaryo

Nihaî politik kaderleri bir yana, 2011’in küresel ayaklanmalarıyla beraber Wall Street’i İşgal, sürekli kitlesel işgal yöntemini bir politik/sosyal form olarak yeniden tesis etti bile. İnsanlar hem var olan düzen tarafından idare edilmeye rıza göstermeyi bir kenara bıraktı, hem de bu düzen dışındaki bir toplum kurmanın sorumluluğunu, kıymetini, zorluğunu ve her şeyden önce keyfini keşfetti.

 

1871 Paris Komünü’nün en çarpıcı tarafı Parislilerin kendilerini organize ediş hızıydı. Devrim çağrısı yapıldığından itibaren (ve sonra tehdit altına girdiğinde) ne yapacaklarını tam olarak biliyorlardı. 1789’da yazılmış, 1792’de, 1832’de ve nihayet 1848’de tekrar oynanıp revize edilmiş bir senaryoyu oynuyorlardı sanki. Kahire, Atina, Madrid ve New York’taki kamusal alan işgalcilerinin de yeni bir senaryonun kolektif yazarları olduğundan, ve bu senaryonun ilerleyen onyıllarda küresel çapta oynanıp yeniden ve yeniden başkalaştırılacağından pek şüphe duymuyoruz.