Bantmag

BİR ANDA KARŞISINDA BELİRİVERDİM AYLA ALGAN’IN. ONU İLK KEZ GÖRÜYORDUM, O İSE BENİ OTUZ YILDIR TANIYOR GİBİ, ESKİ BİR DOSTUNU GÖRMÜŞÇESİNE İÇTEN VE MÜTEBESSİMDİ. AYLA ALGAN’IN SIRADAN BİR İNSAN OLMADIĞINI BİR “AKIŞ TEMSİLCİSİ” OLDUĞUNU ANLAMAM UZUN SÜRMEDİ. ONUN AKIŞI BİR ÇAĞLAYAN GİBİ DEĞİL AMA; O KAYALARI OYMUYOR, ONUN “İNSAN İÇİNE” AKIŞI ÇÖLDE İÇİLEN BİR BARDAK SOĞUK SU GİBİ, İNSANA RESMEN HAYAT VERİYOR. TİYATRO DA, MÜZİK DE, EĞİTMENLİK DE ONUN “İNSAN KALBİNE” AKMAK İÇİN KULLANDIĞI ARAÇLAR.

 

Kendisini en güçlü silahlarla donanımlı kılmış, insanı insandan uzaklaştıran her şeye karşı verdiği savaşta, kendisine sanatı, sanatın gerçekdışı dünyasını kalkan etmiş. Bu savaştaki amacı toprak kazanmak değil, para kazanmak değil, ün kazanmak hiç değil, tek amacı insan kazanmak. Ve kazanıyor da:

 

“Gençler seviyorlar beni, niye sevdiklerini bilmiyorum.”  

 

Ne zaman Ayla hanımın yanında olsam, mutluluktan transa geçmiş pek çok insanın ortasında buluyorum kendimi. Kimisi yedi yaşında kimisi elli yedi…  Hepsiyle aynı anda ve hepsiyle ayrı ayrı ilgileniyor. Beyninin bir anda bin koldan düşündüğünü anlıyorsunuz. Bütün bu düşünceler  gözlerinden, sözlerinden, kıpırtılarından, soluk alışından, herkes için ayrı ayrı ve herkese birden akıyor. O anda pes ediyorsunuz ve çekimine kapılıp transa geçiyorsunuz. Üstelik bu etki hiç şaşırtıcı değil:

 

“Genç ihtiyar, kız erkek, ırk, cinsiyet, ayrımı yapmam. Belki bilgi ayrımı yapıyorum. Kompleks duyması için değil ama sonradan o eksiğini tamamlamak için. Daha göreceli daha Einstein’cıyım, sıçramalı kuantumlar gibi. O insanın, o gencin o anda ne ihtiyacı var? Bu ekmek olabilir, okul parasını ödemek olabilir, ille de sanat olmasına gerek yok. Bu ayrımları o anda saptayarak ihtiyacını karşılamak için çabalayan birisiyim.”

 

Birkaç görüşmeden sonra bir söyleşi yapmayı teklif ettiğimde, gençlerin okuduğu bir dergi dememle teklifimi kabul etmesi bir oluyor. Ve söyleşiyi yaptığımız gün gördüğümüz herkese beni takdim ediyor:

 

“Bu benim hayranım. Bu plaktan bende yok, bir tek Paris’te kültür bakanlığında bulursunuz ama onda var. Gençlerin okuduğu bir dergi için söyleşi yapıyoruz.”

 

“Gençlerin okuduğu bir dergi için söyleşi yapıyoruz”

Gençler çok önemli onun için; ama genç diyerek kimleri kastettiğini tam olarak anlamadım. Kafam karıştı, öncelikle kendisi hepimizden genç, hayat dolu, dinç ve umutlu… Dokuz yaşındaki çocuk da genç onun için. Bu günlerde hayatının büyük kısmını çocuklara adamış, onlara fiilen tiyatro (yaratıcı drama) ve İngilizce öğretiyor, gerçekteyse onlara hayatı öğretiyor. Hayata başlamadan önce kazanmaları gereken donanımı edindiriyor.

 

“Biz onları çocuk görüyoruz, çocuk değiller. Bak bunlar biliyorlar. Her şeyi biliyorlar, ben onlardan çok şey öğreniyorum.”

 

Belki de bu yüzden yorgun değil kendisi, yaşlı değil. Sorularıma esir olmayacak kadar heyecanlı, hızlı düşünen, unutmayan, derin, kıpır kıpır bir kız çocuğu… Sayfalara sığmayacak geçmişinden  hiç bahsetmiyor. Bütün heyecanı bu söyleşi vasıtasıyla gençlere birşeyler aktarabilmek. Çünkü bu dergiyi gençler okuyor!

 

Mutlu olmanın yöntemi

“Uğraşılar bizi irreal dünyada tutar. Resim yapan, böbreğinin sancısını unutur ayol. Hep irreal dünyadayım. İrreal dünyamı kurarken bakıyorum eksiğim ne? Hangi tiyatrolardan haz duyuyorum. Bu Aristoteles’in edebiyat tiyatrosunu sevmiyorum artık. Daha görsel daha dans tiyatrosu seviyorum. Tiyatro irreal dünya demek. Seyreden için de.irreal dünyada yaşayarak mutlu oluyorum. Çoğu stresi böyle geçiştiriyorum.”

 

Başarılı olmanın yöntemi

“Dört karem var benim. Bir tema seçiyorum. Ne seçtimse; tiyatroyu seçtim (tiyatro, Ayla Algan’ın her koşulda seçtiği), fotoğrafı seçtim, yaşam bilimlerini seçtim, toplumsal bilimleri seçtim, araştırdığım bir şey olabilir, hobim olabilir ne seçtimse, o konuda:

1.        Çok iyi bildiklerim

2.        Yarım bildiklerim

3.        Hiç bilmediklerim

4.        Bilmiyorum zannettiğim ama bildiğimi fark ettiklerim.

 

Gördün mü, ayıkladım şimdi. O zaman stres geçirmiyorum. Ne çalışacağımı biliyorum. Her şeyi belirginleştirip elime alıyorum ki, kavgamı yapayım onunla. Ya psikolojik kavga yapacağım, ya sınıfsal yapacağım, ya toplumsal yapacağım ya da politika yapacağım.”

 

Ayla Algan’ın içini doldurduğu kelimeler var, söyleşiyi eline alıyor ve bu kelimeleri basamak basamak tırmandırıyor bana, benim aracılığımla gençlere akmak istiyor…

 

Delilik

“Tiyatroda her yeni karakter bir delilik. Geliyorlar çünkü! O tipe girince o tip şeyler geliyor. Galileo’yi oynayacaksam mesela çocukluğunu bile çıkartıyorum, oyuncağı ne olabilir: dürbün. Kimlik öyle oluşur çünkü.

 

“Oyuncu şizofrenik sendrom geçiriyor, bir tipten bir tipe girerken ses merkezim bile değişiyor. Benim dizilerde hiç gördün mü böyle konuştuğumu? Aliye’yi aç bak, oynuyormuş tekrar. Nü nüüü, ne? A höş höş. O karıyı görünce dublajda o sesimi kullanıyorum. O sesi kullanmış çünkü, o merkezi kullanmış. O Ayla Algan değil artık, Refiye hanım.

 

“Delinin farkı, hakiki şizofreni; o tipe giriyor ve çıkmıyor. Biz oyuncularsa gir çık yapıyoruz. Shakespeare diyor ki, ‘Samimî yalancılar olun’. Yani kendi katkınız olsun içinde. Kendi yaşamadığım bir şeyi, kendi yaşadıklarımın içinde arayıp bulmam lâzım. Anlamam lâzım."

 

Anlamak (Aydınlanmak)

Ayla Algan aydınlanma çağında sanatın etkinliğini, gücünü o kadar iyi anlamış ki; gözlerimi kamaştıran ışığının kaynağını anlıyorum. Gözlerimdeki flu perdeyi çekip koparıyor ve eliyle ufku göstererek “Bak!” diyor. “Ama görmek için bak!”

 

“Tasavvuf aydınlanma çağını on üçüncü asırda yaşadı ve bütün dünyaya yaydı. Derviş hem kendini yakıyor, lambanın etrafındaki kelebek gibi, hem yanıyor, hem dönüyor. Çoklukta birlik, birlikte çokluk. Irk ayrımı yok, seks ayrımı yok, bilmem ne yok. Klasifiye ettiği bir şey yok. İnsan diyor. Ve çağdaş bilimler içinde bir Hegel benziyor tasavvufa.

Özgürsün ama yalnızsın, herkes gibi yaşarsan özgür değilsin ama yalnız değilsin. Sartre’ın lafıdır. Huizinga’nın Homo Ludens isimli kitabını oku.”

 

Bilmek (Bilgi)

“Örtük bedenin, gösterge hâline getirdiğiniz modanın, saç şeklinin, bilmem neyin altının kof olmaması lâzım. İlgi çekiyorsun, eee çektin ilgiyi, sonra geri dönüşte ne vereceksin karşındakine altı boş çıkarsa? Bilgi! Bilgiyle dolu olmak zorundasın! Bilimle olabilir, tiyatroyla olabilir, sanatla olabilir bu bilgi objelerini kullanman lâzım ya da merak sarman lâzım hobin gibi. Yüzücü olmak istiyorsan çok iyi yüzmeyi öğrenmen lâzım. Dışarıda çizdiğin kalıbın içinin bilgisini bilmen lâzım. Bir kalıba girip dikkati çektin, girdiğin kalıbın bilgisiyle de elinde tutacaksın kişiyi.

 

Merak

“Dördüncü sınıfta coğrafya hocama, ‘Dünyanın dışına çıksam dünya dönerken istediğim yere inebilir miyim’ diye sorardım, ‘Sus otur’ derdi bana. Bu gün derste  öğrencilerimi metafizik bir dünyaya çıkarttım. Bu tiyatro demektir. Tiyatro olduğu için konuşuyor çocuklar. Hiçbir psikiyatra böyle konuşmazlar. Süleyman Dedeoğlu’ndan yirmi sene terapi dersi aldım. İş edindim, çünkü merak ediyorum; karşımdaki insan kim? Ben insan, o insan, biz ne uyduruyoruz yahu? Bu karanlık basıyor, neler uyduruyoruz?  Beyinden başlıyorum tabiî, beyin katmanlarından”.

 

Korumak

Bir film çekimi esnasında eline “beni öldürmeyin, suya koyun” diye ses çıkartarak çırpınan tahta bir balık aldı. Yönetmenin itirazına rağmen diretti: “Bu filmde gözükecek! Çünkü: beni öldürmeyin, suya koyun diyor.” Ayla Algan’ın her şeye karşı sonsuz korumacılığını bundan daha iyi anlatan bir örnek olabilir mi? Doğaya, canlıya, sanata, samimiyete, yaşama, her şeye her şeye karşı sonsuz korumacı. İnsancıllığı eskidi diyerek bir kenara fırlatmıyor. Koruyor.

 

“Mega Avrupa ulus kimliğimizi yok etmeye çalışıyor. Eskiye götürüyor bizi, Jeanne D’arc’ın öncesine. Kültürsüz bir megaya giremezsiniz, kültür insanı korur, doğa hayvanı korur. Gelenekleri olacak, ritüelleri olacak.”

 

Ölümsüzlük

“İnsan öleceğini bildiği için kalıcı birşeyler bırakmak ister. Biz yaratıcı doğuyoruz ama kullanmazsan alışkanlıklar basıyor üstüne, onun için de yegâneyi yaratamıyorsun benzerini yaratıyorsun, çocuk doğurmak gibi. Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa’sı değil. Ama gene iyi.

 

“Büyükannenin böreği de ölümsüzdür. Ne diyorsun yerken? Nerede onun böreği. Ölümsüzlüğü ille Mona Lisa’da aramayın.”

 

Gelecek

“Geleceği çok güzel görüyorum, hiç karamsar değilim.  Çünkü insana inanıyorum. Yani bir yere kadar yutar insan, bir yerde muhakkak reaksiyon verir ve hakkını arar. Kurtuluş savaşını bitirir miydik yoksa. Ateşleyen bir lider olmadan da inşallah eğitimle yapacağız.”

 

Söyleşimizin sonunda sohbet ederken diyor ki;

 

“Tercüme etmem lâzım olan en mühim bir şey var. Patrick Pavis’in tiyatro lûgatı, onu kimse yapamaz. Aristotelyen tiyatroyla başlıyor. Koro nedir söylüyor. Dört koro şekli vardır: birincisi olayı anlatır; ikinci, durumda kendi dünyasını anlatır; üçüncü, durumda ne olacağını anlatır ve dördüncüsü de seyircinin nasıl seyretmesi gerektiğini anlatır” diyor.

İşte sonsuzluk!