Bantmag

GEÇTİĞİMİZ YILIN EN İYİ FİLMLERİNDEN BİRİ OLAN THE TREE OF LIFE'IN EVLADINI KAYBETMİŞ ANNESİ, KAFASINI YUKARI KALDIRIP “NEDEN BİZİM EVLADIMIZ?” DİYE SORUYOR... SAHİDEN NEDEN ONLARIN EVLADI? BU SORUNUN BİR YANITI YOK. TIPKI ACI BİR KAYBIN TANIMI GİBİ...

 

Evlatlarını kaybetmiş anne babaların reaksiyonları biçim biçimdir. Hepsi temelde geçmişlerinden taşıdıkları bir yasla bu kapıdan içeri girer ama hepsi yasını farklı türde yaşar. Meslek hayatımın başlarından bu yana, diyar diyar gezip gördüklerimden kaleme aldığım hasta notlarımı karıştırdım geçenlerde. İçlerinde paylaşmaya değer birkaç tanesi gözüme çarptı. İsimsiz, yalnızca bende kalan izleri üzerinden tanımladığım bu hastalarımı ben de bu notlarla yeniden hatırlamaya çalışacağım.

 

Ekim 1945, Amerika

Mildred, pişman. İçinde hissettiği ve en derinlerde yaşadığı hissin adını koymak gerekirse pişmanlık diyebilirim. Yüksek ateşten tek gecede hayatını yitiren kızıyla ilgili en büyük pişmanlığını ise öldüğü gün, yanında olup ateşini erken saatte fark edememiş olmakla ilgili yaşıyor. (...) Veda adındaki büyük kızıyla ciddî bir çatışma içinde. Veda, Mildred'ın ölen kızıyla ilgili pişmanlıklarını katmerleyen, yarasını sürekli eşeleyen bir tipe benziyor... Onu da en kısa zamanda görmek istiyorum.

 

24 Aralık 1973, Türkiye

Elif'e bakınca, evvela köylü ve cahil dersin. İlk üç dakikadan çıkan sonuç bu. Ama çok şey yaşamış, genç yaşında türlü sıkıntılardan geçmiş. Konuşurken de çok zorlanıyor. Şayet cezaî ehliyeti olup olmadığının soruşturmasının yapılması için bana getirilmemiş olsaydı, kendi rızasıyla psikolojik bir tedavi sürecine başlamayı akıl edemezdi yüksek ihtimal. (...) Elif'in noksan neredeyse hiçbir şeyi yok. Genç, güzel ama kandırılmış. Elif'in oğluna kalbi delik demişler. Çaresi büyük şehirdedir demişler. Elif de oğlunu sırtladığı gibi İstanbul'un yolunu tutmuş, bir kalp pili almak niyetiyle. Şehre iner inmez, uyanığın teki, bildiğimiz kalem pilleri, kalp pili diye, elindeki tüm parasını alarak kakalamış garibe. Elif'e ilk kazık atan da bu madrabaz olmamış zaten... Özetle, Elif kendisini en son kandıran kişiyi, çocuğunun da ölümüne en fazlaca yol açan adamı, tırmıkla yaralayarak öldürmüş. Elif'le konuşup, zihninin içine girmeye çalışıp, onunla ilgili en doğru kararı vermeye çalışacağım... İşim zor görünüyor.

 

Mart 1997, Kanada

Hastam, toplu bir kaybın mağdurlarından biri. Bir okul otobüsü devrilmiş, karla kaplı bir patikada. İçindeki onlarca çocukla. Bu küçük kasabanın sakini ailelerin önemli bir kısmının kalbine ateş düşmüş. Hastam, beyaz sağlıklı bir Kanadalı kadıncağız. Gözleri bomboş bakıyor. Bugün birlikte geçirdiğimiz üçüncü seans. Hâlâ odak problemi var. Çok dalıyor. Sorularımın karşısında çoğunlukla kayıp. Bir şey bekliyor gibi. Birini bekliyor. Aslında çocuğu okuldan gelecek, onu bekliyor. Ona çocuğun gelmeyeceğini anlatmaya çalışacağım. (...) Uzun zamandır bu kadar zor bir hastayla karşı karşıya gelmemiştim. Bakalım neler olacak...

 

12 Mayıs 1999, İspanya

Manuela'nın acısı henüz çok taze. Boyu kadar oğlu elim bir kazada gideli çok olmamış. Ama bu kaza, onu bambaşka dünyalarla buluşturmuş. Bambaşka renkler taşıyan, acı tatlı olayları bir arada içinde barındıran, yepyeni bir hayatla... Manuela sıkılgan bir kadın. Buluşmalarımızda hep bir yapacakları varmış gibi, sık sık saatini kontrol ediyor. Sanki buradan bir an evvel uzaklaşmak ve kendisini bir işe adamak peşinde. Acısından söz etmek istemiyor. Ne kadar güçlü olduğundan da... Ama çok güçlü Manuela. Bunu kendisinin de keşfetmesi için elimden geleni yapacağım.

 

Mayıs 2001, Amerika

Hank çok konuşkan bir tip değil. Sert ve net biri. Dolaysız konuşmalar yapabiliyor yalnızca. Acı, onun hayatının demirbaşlarından. Durduk yere kafasına sıkıp onu terk eden oğlu bile onu şaşırtmamış. Hank şaşıran biri değil. Kol kanat gerdiği bir kadın var. Seviyor onu. Ama onun da yakın zamanda evlat kaybetmiş olması beni düşündürüyor. Ne hissediyor bu kadınla ilgili? Birlikte ne yaşıyorlar? Bu kadını da görebilsem keşke. (...) Hank bir gardiyan. Sert olmak onun meslek gereği. Acılı olmak da sanki... Hiçbir şey onu yıkamazmış gibi. Onun bu duvarları nasıl ve ne zaman ördüğünü bulmak için babasına odaklanmam gerekecek. Kendisi gibi bir gardiyan olan babasına...

 

17 Kasım 2001, İtalya

Uzun zamandır bu kadar sessiz çift terapisi görmemiştim. Orta yaşlı Giovanni ve Paola çifti çok sessiz. Genç oğullarının acısını, onunla ilgili nedameti taşıyorlar yüzlerinde. İkisi de belli bir entelektüel birikime sahip, akıllı kimseler. Çok üzgünler, kırılganlar. Rahat açılacak ama fena dökülecek gibiler. Korkuyorum, nasıl yaklaşacağımı kestiremiyorum. İkisini de ayrı ayrı görmem, ikisiyle de uzun yalnız vakitler geçirmem gerekecek. (...) Giovanni oğlunun odasından bahsederken kilitlendi. O odada birşeyler var. İçine girmeli, içinde Giovanni'yle dolaşmalı bir an evvel...

 

30 Haziran 2008, Türkiye

Hacer bir evlat kaybetmemiş de büyük günah işlemiş gibi. Küçük çocuğu yaklaşık 10 yıl önce ölmüş. Hacer, kocası hapisteyken, yanında çalıştığı bir bürokrata âşık olduğu için büyük acı içinde. Sanki ölen oğlu, hayattaki oğlu ve hapisten yeni çıkan, şiddet eğilimli kocası bir yanda, bu pişmanlıkla örülü acısı diğer yanda Hacer'in. Onun ailesi evladını kaybettiğinde değil de bu kadar zayıf olabildiğinde yıkılmış sanki. Hacer tüm bunlara rağmen yeterince üzgün değil gibi de... Üzgün olması lâzımmış da o yüzden üzgünmüş gibi. Aslında âşık olmanın da özür dilenecek bir tarafı yok. Hacer belki de bunu fark etmeli ilk olarak.

 

20 Aralık 2008, Norveç

Agnes'in oğlunun ölümünü gazetede okumuştum ilk olarak. Sonra bana gelmeye başladığında da ilk zamanlar nasıl davranacağımı kestirmekte epey zorlandım. Son derece trajik bir vaka onunki. İki dakika yanından kaybolduğu oğlu bir iki serseri tarafından bir göl kenarına götürülüp orada boğuluyor... Agnes, kendisine ve oğluna yapılanları affedemiyor. Affetmiyor daha doğrusu. Kabul ve gerçeklerle de ciddî sorunları var. Agnes bize bakıyor, bizim aramızda geziniyor ama kesinlikle bizimle değil. O oğluyla biryerlerde. Olay gününde. Onu yalnız bırakmıyor sanki zihninde ve birlikte hep aynı günü yaşıyorlar. Bazen oğlunu kaçıranlar da var o günde. İşte o zaman iyice garipleşiyor işler. Yaklaşık altı aydır herhangi bir ilerleme kaydedemiyoruz Agnes'le. Bana görünmediği günlerde bir şeye kalkışmasından korkuyorum. İlaçlarını alıp almadığı konusunda kocasıyla görüşmeliyim en kısa sürede...

 

11 Ocak 2009, Fransa

Lorna, bulunduğunda çok kötü bir hâldeydi. Paranoyak şizofreninin tehlikeli bir noktasında seyrediyordu, ve ceninken ölen çocuğunun yaşadığına ve onunla olduğuna dair güçlü yanılgılar içindeydi. Lorna, kayıp duygusuna yabancı değil ama bu defa bununla nasıl başa çıkacağını kesinlikle bilmiyor. Sevdiği adamı kaybedince, karnındaki bebeğe sarılmış. Yaşamayan, orada olmayan, çoktan düşmüş bir bebeğe... Lorna ile çok çalışmak, onu açmak için çok uğraşmak gerekecek. Sessiz, ne hissettiği hiç belli olmayan, karamsar bir tip. Onun için üzülmeyi bir kenara bırakıp, onun mutlu olduğu bir sisteme geçmek gerekiyor. İşimiz uzun. Bir yerden başlamak lâzım... Başlıyoruz biz de... Ölüme değil de doğuma dönüyoruz. O bebek neden vardı? Lorna neden var? Biz neden varız?... İşimiz uzun.