1990'ların bİlgİsayarı ve İnternetİ evlerİmİze kadar sokmasıyla beraber karşısına oturup zaman geçİrdİğİmİz ekran sayısı üçe yükseldİ. Zaten sİnemanın beyaz perdesİnde fİlm İzleme rİtüellerİmİzİ devam ettİrİyor, televİzyonun camında günün popüler program formatlarından sebeplenİyorduk. Ancak bu son ekran dİğerlerİnden oldukça farklı çıktı...
Öncelikle denetimsizlik vaat ediyordu, bende bu var sende ne var programlarıyla –en azından gerek devletin sansürcü gerekse ticarî sistemin kontrol mekanizmaları bu medyazillanın boynuna nasıl bir tasma geçirebilecekleri konusunda çeşitli çözümler üretmeye başlamadan önce– al gülüm ver gülümcülük oynayabiliyorduk. Paylaşmak yeniden moda olmuştu. Yaşasındı.
Denetimsizlikle beraber –ve bağlantılı olarak– özgürlük de vaat ediyordu yeni ekran. Sadece sörf tahtamızı değil, hangi denizlerin ne boyda dalgalarında gezineceğimizi de biz seçiyorduk. Dileyen dünyayı kaplayan ağın bitmeyen ipliklerinden doğru yanlış demeden iki ters bir düz bilgi örüyor, bir başkası bayilerden siyah poşetler içinde alıp evde nereye saklayacağını bilemez hâle geldiği erotik mecmuaları bir koleksiyonere satarak kazandığı parayla webin denetimsiz dehlizinden çekip çıkardığı pornoları rahatça saklayabileceği haricî diskler alıyordu.
Ancak belki de bu yeni ekranın en önemli vaatlerinden biri bizim için değil, sadece bizim olmasıydı. Bu ekran bizimdi basbayağı, önünde de arkasında da sen-ben duruyorduk. Ha yok mu sirket.comlar, devlet.govlar, .edular, .orglar? Var elbette. Ama bir o kadar, eğer daha fazla değilse, benbugünnegördüm.comlar da var. Zaten eski PayPal çalışanı üç arkadaş 2005'de bu gerçeği fark ederek seninekran.com diye bir site açıp, "yükleyin videolarınızı dünya izlesin" dediklerinde kürecek delirdik, bir dakikada 48 saatimizi bu ekrana yükler olduk.
Yalnız bizim ekran sakıncalıydı, yeri geldi yasaklandı, erişilemedi. Bizim oğlan bu ekrandan kız bacağı görüyor sonra ahlakı hormonlarına yenik düşüyor diyen dertli babaya, bizim kız bu ekrana kilitleneli beri televizyondaki izdivaç programlarını izlemez oldu diyen kederli anneye kulak veren otoriteler el attı duruma. Zaten bizim halk bu ekrandan denetimsiz bilgi alıyor, yeni bakış açıları geliştiriyor, bin bir zahmetle kurumsallaştırarak ittire ittire ezberlettiğimiz milliyetçi söylemin boyası akıyor, dibinden beyazı çıkıyor durumları da vardı... Mahkeme kararlarıyla farelerimizle peynirler arasına labirentler koyuldu. Yalnız bu ekran bizim çöplük olduğundan, dienes dedik ayar çektik, biz gene bizim ekranı öyle ya da böyle izledik.
Bu yazının girizgâhı haddini aştı ve yönünden biraz şaştı aslında. Zira yazı internetin nimetleri ve sakıncaları üzerine değil, bir internet fenomeni olan web serileri ile ilgili. Ancak tamamen alakasız zırvalamış da değilim, zira web serilerinin şahsına münhasır özelliği de az önce dem vurduğum konuyla yakından alâkalı. Yani bizim olmaları, bizden çıkmaları. Sen, ben ve komşunun evde kamerayla, ya da üç beş reddedilmiş yapımcının kafa kafaya vererek, olmadı beş altı arkadaşın kendi keyifleri için veya sekiz on yaratıcı ruhun el atmasıyla şekilleniverir bu web serileri dediğimiz olay.
Kimisi The Guild gibi, MMPORPG (çok oyunculu çevrimiçi rol oynama oyunu) bağımlısı bir zekî tarafından "boşa giden" vaktiyle yaratıcı birşeyler üretmek adına başta cepte üç kuruş olmadan çekilir. Tutarsa fanlardan bağış toplanır devamı getirilir. Sonra bir bakmışsın Microsoft sana sponsor olmuş... Ama sponsor buldum diye olayı terbiyesizliğe dökmezsin, işin doğasını bozmadan devam eder, seninekran.com'a girene diziyi gene bedavaya izlettirirsin.
Kimisi ise daha önce keşfedip (Terkos pasajındaki yığınların içine kafa göz dalıp almaya değer bir parça bulmak gibidir bunlar; bulana bedavadır ama keşfetmek gerekir, keşfedince de pek sevinilir) Bant sayfalarında paylaştığımız The Multinauts gibi evde bulunmuş çerçöple üretilir, çorap canavarlar ve Genova Jakuzzi, Ariel Pink gibi isimlerin “Yok artık, nerden çıktı şimdi” dedirten sürpriz rolleriyle sessiz sedasız dururlar webin ağlarında. Yer miyiz? Hapur hupur.
Tamam siz düşündünüz ben söyleyeyim, evet büyük Hollywood stüdyolarından ağa yüklenen web serileri de var. Kanımca bu "eşlikçi dizilerin" temel hedefi televizyon camıyla bizden bir şekilde ayrılan diziler dünyasını bizim ekrana taşıyıp toptan gerçekler âlemine karışmaktır. Ya da öyle hissettiren bir kafa karışıklığıdır peşinde oldukları. Mesela TV'den İngiliz Skins dizisini izlersiniz, sonra dizideki karakterlerin bizim televizyonda diziye ayrılan süre içerisinde görmediğimiz, çekimler-bitince-başımıza-neler-geldi tadında, akıllı telefonla çekilmiş gibi gözüken görüntüleri webe düşer. Weeds de yapar bunu Andy'nin Dünyası’yla, The Office de yapar, Dexter da yapar... Vakt-i zamanında Battlestar Galactica yapmıştır, hem de birden çok kez. Böylece dizinin kurgusal gerçekliğiyle dizi dışındaki hayatın gerçekliği arasında kalan boşluklar kısmen doldurulur, webisode’lar sayesinde asla tamamlanamayacak olsa da bir bütündür dizi artık. Biz izlemezken de devam eder. Biz yalnızca bize gösterileni görürüz. Peki yer miyiz? Pek önemsemeden, ebeveyn diziye olan fanlık derecemize göre yiyebiliriz. İnançsızlığı iradeyle ertelemek diye bir şey var.
Ticarî şirketlerin ürün yerleştirip ağa saldığı viral bombalar da var. Zaten onlar denetimsiz olanı en az bizim kadar, ama bizden daha farklı nedenlerden ötürü, severler. Biz bizden çıkanı hâliyle daha bir sahiplendiğimiz, daha bir yakın tuttuğumuzdan da olsa gerek, şirketler bizden çıkmış gibi videolarla reklam yapar. Örneğin IKEA gidip oyuncu İlleana Douglas'a kendisinin, oyunculuk kariyerini bırakarak IKEA'da çalışmaya başladığı kurgusal bir versiyonunu oynadığı Easy to Assemble isimli bir diziyi üç sezondur marka bize yakın durabilsin diye çeker. Zira bu dizide Illeana Douglas'ın kendisi bir roldür artık, bizden biri rolüne girmiştir kendi olarak. Ve bizden biri olarak dizi de kendisiyle ve markayla dalga geçer. Zira biz geçmiyor muyuz modern dünyanın kendilerini ve ürünlerini pek ciddiye alan reklamlarıyla? Postmodern reklamlar ise kendileriyle dalga geçmeyi öğrendiler. Ha yer miyiz? Yiyebiliriz, metin iyiyse neden olmasın. Dizi de komik, ne yalan söyleyeyim.
Ama derdim sponsor steroidleriyle pompalanmış post-modern reklamlarla veya büyük yapım şirketlerinin süregelen bir gerçeklik yaratmak çabasıyla ürettiği eşlikçi dizilerle değil. Onlarla bir derdim yok cidden. Bizim ekranda yapı gereği her şeye yer var. Asıl amaç yaratıcı fikirlerle basit prodüksiyon çözümlerini bir araya getirip bizim ekranın fenomeni hâline gelmiş veya gelme ihtimali olan bir kaç mücevheri sizlerle paylaşmak. Hani dijital dünyaya geçtik ya dergicek, oradan da bir kuvvet alıp webin dehlizlerine dalmak, bulunan defineyi sizle paylaşmak. Komedisiyle, animesiyle, müzikaliyle, belgeseliyle, dramasıyla dokuz parçalık bir liste çıkarttım... Daha ne yapabilirim? Şunu diyebilirim: İyi seyirler.
İzleyeceğiniz video seçkisinin dışında aşağıdaki webisode'lara da bir bakın deriz.
Flying Kebab:
Fotoğrafçı Nando'nun uzak bir akrabasından gelen bir mektup sonrasında Fas'da mirasını ve köklerini arayarak geçirdiği bir seneyi anlatır Uçan Kebap.
http://vimeo.com/channels/flyingkebab#3714715
Compulsions:
Sıkıcı bir masa başı işinde çalışan sadist Mark Gabler'ın ve "gece müşterilerinin" üzerine yoğunlaşan karanlık bir psikolojik gerilim.
http://www.dailymotion.com/video/k4bFmN9PPSbCdf1hO28?start=3#from=embed
How It Should Have Ended:
Herkesi gıcık eden finaller vardır. Mesela iyilerin galip geldikleri. Bir kere de İskeletor kazansın ya! How It Should Have Ended konuya el atıyor.
http://bcove.me/mtnexdog
Auto-Tune the News:
Gregory kardeşlerden Amerikan haberlerinie müzikal yorumlar
https://www.youtube.com/watch?v=-Psfn6iOfS8&feature=sh_e_se&list=SL
Ask A Ninja:
2005 çıkışlı "Ask A Ninja" Los Angeles'lı komedyenler Kent Nichols and Douglas Sarine'in yarattığı bir fenomen. Konsept açık, izleyiciler soruyor, ninja cevaplıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=IR68W56DCBU&feature=relmfu