






2000'LER GELİP ÇATTIĞINDAN BERİ KENDİ KENDİNE SU MİSALİ AKAN OTOBİYOGRAFİK YA DA SORUMLULUK ÖYKÜLERİYLE YOLUNU BULMAYA ÇALIŞAN TÜRKİYE SİNEMASINDA "YENİ" DENİNCE AKLA GELEN İLK İSİMLERDEN BİRİDİR ÖZCAN ALPER.
Politik görüşünün yanısıra, sinemaya bakışının da kabul gördüğü bir gerçek. İlk filmi Sonbahar ile kendi kuşağının ortak dilini ve halet-i ruhiyesini bu kadar epik ve içselleştirilmiş bir cesaretle anlatması onun önemli bir meziyetiydi. Yeni filmi ise bunun üzerine koyan, yazarının ideolojisini izleyicisinden esirgemeyen cinste. Film, Hemşinli müzikolog Sumru’nun bölgesel ağıtlar üzerine yaptığı bir araştırmadan başlayarak izleyicisi için Sumru’nun hayatına bir yol haritası çiziyor. Karakterin iç dünyası, Diyarbakır’ da taşındığı evin ve yaptığı araştırmaların ve bölgede öğrendikleriyle (en önemlisi koruculuk ile) pekişirken bir yandan da geride bıraktığı şeylerle iç içe girmeye başlıyor. Ve bu sırada Sumru Ahmet’e Amed’de âşık oluyor.
Tabiî burada filmin yaratıcı ekibiyle olan ilişkisi biraz da olsa sorgulanabilinir cinste. Althusser (filmin adı) ve doxa (karakterlerin fikri zeminleri) ile arasında kurduğu bağı önemli ve anlaşılabilinir bir çizgide konuşlandıran Alper, filmin geneline kendine has yöntemleriyle hâkim bıraktığı duygusal ve kırılgan atmosferin, yer yer belgesele kaçarak filmi temposuzlaştırdığını fark etmiş mi bilemedim.
Teknik ayrıntıları bir yana bırakırsak, doxa diyoruz ya; yönetmenini ve metninin şeklini de büyük bir başarıyla alıyor. O sinemayı göndermeleriyle, seçtiği imgelerle kendi manifestosu hâline getirirken, bir yandan da olan bitenden farkında olmayan, haberi olmayan oralı-orasız, mülklü mülksüz herkesi aydınlatıyor. Bir nevi Sumru ile Ahmet fonda, olmuş bitmiş her şey ise belge niteliği taşımakta. Bir yandan da yolda yürümek gibi (zaten filmi izlerken senaryonun bir buhran hâli değil, bundan ziyade anlaşmak üzerine kurulduğunu anlayabiliriz)...
Sonbahar'ın kazandığı başarı ve aldığı övgüler, Gelecek Uzun Sürer'den beklentilerin artmasına neden oldu mu sizce? Siz, ikinci filmi çekerken böylesi bir sorumluluk hissettiniz mi?
Sonbahar’ın ulusal ve uluslararası festivallerde ilgi görmesi tabiî ki insanlarda ikinci filmimin nasıl olacağı ile ilgili beklentileri yükseltti. Ben de sete çıkmadan bunun sorumluluğunu hissetmedim desem yalan olur. Ama şunun farkındaydım: Sonbahar benim ilk filmimdi ve ikinci filmimde hem sinema dili ve biçim olarak hem de yönetmenlik olarak kendime ve sinemama yeni şeyler katmam gerekir diye düşündüm. Nitekim öyle olduğunu da düşünüyorum. Gelecek Uzun Sürer hem dil ve biçim hem de yönetmenlik olarak daha zor bir filmdi, ama belki ilk filmin verdiği deneyim ve cesaretle bunu aşmaya çalıştım.
Gelecek Uzun Sürer'in fikri nasıl ortaya çıktı?
İlk olarak 2000 yılında fikir olarak aklımda yer etmişti, 2005 yılında bir hikâye temelinde birşeyler yazmaya başladım ve Sonbahar'ın sonrasında 2008 yılında senaryoyu yazmaya başladım. Yazım aşamasında filmin geçeceği mekânlara yolculuklar yaptım, bunun dâhilinde hikâye ve senaryoda süreç içerisinde bir hayli gelişti ve değişti doğal olarak. Ama tabiî ki filmin esas çekilme fikri neredeyse otuz yıla yakın süren ve hâlen daha adı konulmayan bu savaş ve onun sonuçları ve bana ve benimde içinde olduğum genç kuşağa yansıması üzerineydi.
Yapım sürecinde zorluklar yaşadınız mı? Filme kaynak ve destek bulmak zor oldu mu?
Yapım sürecinde, çekimler üç dört şehirde yapıldığı için prodüksiyon açısından oldukça zorlayıcı oldu diyebilirim. Filme kaynak bulmakta pek zorlanmadık, çünkü Sonbahar'ın başarısı bu konularda da oldukça yararlı oldu bizim için. İlk filmimle belli bir başarı yakalayınca sinema fonları tarafından ister istemez kabul görüyorsunuz. Elbette filmin bütün bütçesini dışarıdan bulmak zordur bir sinema filmi için. Bütçenin bir kısmını yine kendi kaynaklarımızdan oluşturduk. Ama film yapımı için özellikle Türkiye’de belirleyici olan unsurun finans olduğunu düşünmüyorum. Daha zor olan şeyler filmin estetik bazı süreçleri için gerekli olan şeyler. Örneğin en çok zorlandığımız şeyler filmde kullanılacak eğitimli hayvanlardı. At ve sonradan kurguda attığım karga sahneleri gibi.
Türkiye'de kendi canının çektiği hikâyeleri anlatmak isteyen, kendinin dert edindiklerini beyazperdeye aktarmaya niyetli bir sinemacı olmak çok kolay olmasa gerek? Siz bunu nasıl beceriyorsunuz?
Türkiye’de sinema yapmak zor, hele ki derdi ve sanatsal endişesi olan filmler yapmak çok daha zor. Ama birşeyler yapmak, bu ülkenin meselelerine bir nebze de olsa dokunmak ya da bir duvarı tırnağınızla olsa da kazımak istemek daha da çok bedelleri olan bir şey. Her şeye rağmen benim yapmak istediğim de bu; becerebiliyorsam, dokunabiliyorsam, duvarda tırnağımla bir çizik oluşturabiliyorsam ne âlâ. Ya da bu filmde olduğu gibi, filmin Musa Anter Görsel Hafıza Merkezi’ndeki John Berger’den alıntılanan duvar yazısında dediği gibi “Bu efendiler yalnızca masumları öldürmekle kalmazlar, hafızamızı yok etmek için aynı zamanda tüm belgeleri yok etmeye çalışırlar. Bu yüzden her şeyi kayıt altına almalıyız “ der. Bu filmin kendisi tüm bunlar yaşanırken sadece kayıt almaksa, bu bile benim için bir şeydir.
Türk sinemasında kadın hikâyeleri ve portreleri anlatmak nadir rastlanır bir durum. Filmin kahramanının kadın olmasının özel bir nedeni var mı?
Aslında özel olarak anlattığım hikâyenin başkarakterinin kadın ya da erkek olması gibi derdim olmuyor. Bu filmde ise özel olarak kadın olması gerekliydi. Çünkü esasen son otuz yıldır yaşanan savaşın özellikle kadınlar ve gençler (yirmi yıl öncenin çocukları) üzerine etkileri üstüne bir film yapmak istedim. Tüm savaşlarda ya da çatışmalarda olduğu gibi Kürt meselesinde de en çok bunun bedelini kadınlar çok ağır şekillerde yaşamakta. Benim, kadın karakter üzerinden hikâyeyi anlatmam da yine toplumsal olaylarda kadınlar daha çok duyarlı ve kanayan yaraya daha çok temas eden ve acı çeken taraf oldukları içindir.
Filmin adının Althusser ile olan ilişkisi yalnızca isimle mi alâkalı? Yoksa Gelecek Uzun Sürer kitabının 90’lar solundaki etkisi de bu ismi yaratan faktörlerden midir?
Althusser’in kitabı kendi iç hesaplaşmasıyla ilgili, bireysel bir hesaplaşma üzerine gibi olsa da nihayetinde toplumsal bellekle bir hesaplaşmayı da getirir. Ben de filme bu ismi verdim çünkü toplum olarak bugüne kadar yaşadıklarımızla hesaplaşmak, acılarımızla yüzleşmek, susmamak ve görmezden gelmemek gerektiğini düşündüğüm için bu ismi koymaya karar verdim. Tabiî burada nihayetinde bu ismin gelip filmimin adını alması, özel olarak 90’lar solunun Althusser ile ilintili olması ya da benim de o kuşaktan biri olmamın doğrudan değilse bile dolaylı bir ilintisi var.
Bu filmin Press, Bahoz veya Gitmek gibi filmlerle en azından bir gönül bağı olduğu tartışılmaz. Fakat bir yandan da bu üç film otobiyografik argümanlar taşıyor. Sonbahar da keza sizin kuşağınızın hesaplaşması niteliğindeydi. Peki Gelecek Uzun Sürer'i bu filmlerden ayıran nokta sizce ne? Ya da bu filmlerle benzerlikler taşıdığına katılıyor musunuz?
Bu üç film de daha önceki sorularınıza verdiğim cevaplarla paralel yürüyen filmler. Üç film de aynı meseleyi farklı hikâyelerle yorumlayan, irdeleyen filmler. Sedat, Kâzım ve Hüseyin ile aynı dönemin insanlarıyız, aynı kuşağın. Hepimizin doğal olarak kendimize özgü bir sinema dili veya anlatım dili vardır. Gelecek Uzun Sürer’de sizin de dediğiniz gibi yaşanan bu sürece otobiyografik bir yaklaşımdan çok, daha geneldeki resme bakmaya çalıştım. Özelliklede yaşananlar karşısında toplumsal bir bellek yaratma, unutmama, başkalarının acılarına bakabilme ve yüzleşme merkezli bir hikâye yaratmak istedim. Burada söz konusu olan durum aslında ne kadar az film yapıldığı ile ilgili bu süreçle ilgili.
Adana’ da Altın Koza Film Festivali'nde yaptığınız ödül konuşması bir hayli dikkat çekti ve özellikle Rutkay Aziz’in Altın Portakal’daki konuşmasının da ardından sosyal medyada epey paylaşılan bir videoya dönüştü. Siz Adana'daki kabul konuşmanızın böyle bir etki yaratacağını bekliyor muydunuz?
Aslında o konuşmayı yaparken tabiî ki insanlara ulaşmasını isteyerek yaptım ama Rutkay Aziz’in konuşmasının karşısına konmak pek de hoş olmuyor. Ben filmimin de içeriğinden yola çıkarak “faili meçhul”lere dikkat çekmek için o konuşmayı yaptım, Rutkay Aziz 12 Eylül karanlığıyla ve özellikle de parasız üniversite mücadelesi veren gençlerle ilgili konuşma yapmış. İkisi de üzerine konuşulması ve tartışılması gereken konular. Rutkay Aziz bir oyuncu olarak bu ülkenin saygın değerlerinden biri benim için.