






1.
“Schizophrenia is taking me home" (Sonic Youth)
…sonbaharı tam olarak yaşamadan gelen kış, eklem yerlerimi hafiften sızlatıyor. Bu da kendimi olduğumdan daha yaşlı hissettiriyor. Kedilerimi kıskanarak kendine başka bir yavru elde eden ortağım Anıl’ın yeni evladını bahane ederek salona uğramaması ise sinirlerimi hırpalıyor. Çünkü hissettiğim yaşlılık bir an önce emekli olup çeşitli zirzopluklar yapmamı gerektiriyor ve sürekli çalışma hâlindeyken bunu nasıl başaracağım bilemiyorum. Yoruldukça, sinirlenip kafayı birilerine bu şekilde taktıkça kendimle yabancılaşıyorum.
Her sabah uyanıp aynaya baktığımda gördüğüm adamın ben olduğunu unutup, yerimden hafifçe sıçrıyorum. Durumu daha fazla abartmamaya gayret ediyorum çünkü bana güvenip benimle aynı odada aynı yatakta yatan sevgilimin benden korkması için bir sebep yaratmamak en iyisi diye düşünüyorum.
Yaptığınız şeyleri bazen kendinize bile açıklayamazsınız ya, söylediğiniz bir söz, giriştiğiniz ve içinden çıkamadığınız, toparlayamadığınız bir tartışma, olmadık, zamansız bir sevişme… Aynada gördüğüm adam tüm kötülüklerimle benmişim gibi geliyor.
Gelenler bilir; sinemada frigo, patlamış mısır falan satmıyoruz. Onun yerine bol sosisli ve patates kızartması ile buz gibi bira vermeyi tercih ediyoruz. Haftasonu zaten üç beş kişinin uğrayıp yeni yüzler gördüğüm sinemamızda bir Allah’ın kulu yoktu. Evine dönmeye üşenen veya çiftleşmeye müsait alan arayan birtakım arkadaşlar haricinde gayet tek başınaydım. Sıkıntıdan onlarca çiğ sosis, mayonez ve hardala bulanmış bilumum boyda kornişon turşu ile belki bin tane fıçı birayı bedenime sokmayı başardım. Belki yediğim içtiğim şeylerin verdiği hararetle ruhum olur olmaz düşüncelere doğru ilerlemeye başladı. Yalnızlığın kafa dinlemenin en güzel yolu olmaktan çıktığı anlardan birinde her kalp atışım, her nefes alışım kâbusa dönüşmeye başlar. Şüphe, teninde dolaşan kedinin kuyruğu misali içini gıcıklaştırır. O an herkesten ve her şeyden şüphe duyduğunu fark edersin. Anlamsız bir savunma içgüdüsüyle olabileceklere karşı en yakındaki cihazı savunma aracı olarak kullanabilirsin (ki bendeki bir Arjantin bardaktı), hem de hiç çekinmeden.
Ama ben ne zaman böyle şizofren dönemlere girsem tüm umursamazlığıyla Anıl gelir, tıpkı şimdi olduğu gibi. Elinde bugünkü filmin makarasıyla içeri daldı. Her ne kadar elimdeki bardağı ona fırlatma ihtiyacıyla dolu da olsam bir anda havası kaçan bir balon gibi söndüm, sessizce makine dairesine doğru gittim…
2.
İrlanda’da, şehirden uzak bir evde Cathryn (Susannah York) çocuklar için yazdığı bir kitabı bitirmeye çalışmaktadır. Cathryn telefonda konuşurken araya giren tanımadığı bir kadın, eşi Hugh’nun (Rene Auberjonois) kendisini aldattığına söyler. Ardından üç yıl önce bir kazada ölen sevgilisi Rene (Marcel Bozzuffi) evde karşısına çıkmaya başlar. Aile dostları olan ve kızı Susannah (Cathryn Harrison) ile ziyarete gelen Marcel (Hugh Millais) ise Cathryn’i ısrarlı bir şekilde taciz eder.
Susannah York’un çığlığı…
Şu anda pek geçerli olmasa da, eskiden “tipik Fransız filmi” diye kullanılan bir tâbir vardı. Genelde siyah-beyaz olan, insanların donuk bir yüz ifadesi ve soğuk bir ses tonuyla kelime kelime konuştukları, film bittiğinde seyircinin hiçbir şey anlamadığı karanlık tonlu, açıkça genel izleyici düşmanı görülen filmlerdi bunlar. En azından benim için çocukluğumda öyleydi. Belki de başkalarının kastettiği, yeni dalga akımıydı. Yıllar sonra, bir fırsat olup da bu gizemli filmlere tekrar döndüğümde, bu filmlerin bir öcü olmadığını, ama diğerlerine göre daha fazla zahmet ve sabır gerektirdiğini, karşılığını da çoğunlukla fazlasıyla alabildiğimi mutlu bir şekilde keşfetmiş oldum. Tabiî bu kişisel kısmı; yoksa Amerika ile yatıp kalkan bir ülke olarak bu ve benzeri tür filmleri sevdiğimiz hiç söylenemez.
2006 yılında kaybettiğimiz Robert Altman, Amerika’nın dönem dönem (en azından 70’ler ve 90’larda) en saygıdeğer ve merakla beklenen yönetmenlerinden biriydi: M.A.S.H. (1970), Brewster McCloud (1970), Nashville (1975), 3 Women (1977), Fool For Love (1975), The Player (1992), Short Cuts (1993), Gosford Park (2001) vs., hâlâ örnek gösterilen önemli filmlerinden bazıları. Altman eleştirmenlerden gördüğü bu ilginin aksine bazı istisnalar hariç gişeyle arası iyi olmayan bir yönetmen. Bunun nedeni, filmlerinin zor olmasından ziyade tek karaktere odaklanmaması, belli bir türe girmemesi ve epey diyalogla dolu olması sayılabilir. Genel Altman filmografisinde bu açıdan farklı bir yere oturan Images, ilk gösteriminin yapıldığı Cannes’da Susannah York’a en iyi kadın oyuncu rolünü kazandırmış olsa da, Cannes izleyicisinin bile kafasını karıştırarak tepkiyle karşılanmış. Amerika’daki gösterimiyse oldukça kısıtlı olmuş. Ev videosunun patladığı 80’lerde film ortadan kaybolmuş. 2003’de yapılan DVD baskısına kadar filmin negatiflerinin yakıldığı dedikodusuna inanılmış.
Baştan uyarmakta fayda var. Images gerçekten zor bir film. Baştan sona simgelerle dolu. Filmde öcü hayaletlerden bahsedilmediği kesin ama gördüklerimiz yaşanılan şeyler mi, Cathryn’in iç hesaplaşması mı, geçmişin hayaletleri mi… Belki de hepsi. Üstelik şizofren karakter odaklı çoğu filmin aksine, Cathryn’in kendi sorunlarının farkında olması, seyirciye yardımcı olmadığı gibi işini daha da zorlaştırıyor. Sonuçta karşımızdaki bir katil kim hikâyesi veya “meğerse neymiş” gizemi değil. Bu durumda, kendi problemlerimizi çözmekten aciz olup televizyon karşısında başkalarının özel ilişkilerini, ölümlerini, yaşam tarzlarını, kılık kıyafetlerini süper zekâmızla ânında çözüp üstüne saatlerce yorum yapabilen insanlar olarak bu filmin sonunda ağır bir küfür savurmamamız mümkün değil.
Her şeye rağmen, o meraklı birileri için söylüyorum. Altman bir yana, başta Susannah York’un tartışmasız parmak ısırtan oyunculuğu (filmde adı geçen kitabın metin yazarı da York’un kendisi), Vilmos Zsigmond’un büyüleyici, aynı zamanda seyirciye rahat vermeyen sinematografisi, John Williams’ın perküsyoncu Stomu Yamash’ta’nın katkısıyla yarattığı eski Japon hayalet filmlerini andıran müziğini birileri kaçırmamalı.
Images, resmin tamamına bakmadan yapılan bir yapboz. Bittiğinde karşımıza çıkan, kocaman bir bulmaca. Bu tek cevabı olmayan bulmacanın cevabı da izleyiciye kalmış. Bunun sorumluluğunu alabilen her izleyicinin izlemesi gereken, bir film.
3.
Emin olamadım, gerçekten emin değilim… Bu ben miyim?
Not 1: Images, ilk gösteriminden sekiz yıl sonra, 1980 yılında ülkemizde Hayal ve Görüntü adıyla gösterime girmiş.
Not 2: Repulsion (Roman Polanski, 1965), Persona (Ingmar Bergman, 1966), 3 Women (Robert Altman, 1977), Lost Highway (David Lynch, 1997)… Bu filmler seni sardıysa/sarstıysa o biri sen olabilirsin.