Bantmag

RIOT GRRRL NASIL DA BİRÇOK KIZIN KENDİNİ DOĞRU YER VE ZAMANDA HİSSETMESİNİ SAĞLADIYSA, MÜZİĞİ CİNSİYET KAVRAMININ İKİLİ KALIBININ ÖTESİNE GEÇİREN ÖNCÜ İSİMLER DE "EV" HİSSİNİ BİRÇOK İZLEYİCİ İÇİN PEKİŞTİRMEYE DEVAM EDİYOR.


Müzikte janrlara üstün gelebilecek bir sınıflandırma varsa, bu sınıflandırma büyük ihtimalle müziğin beraberinde getirdiği imaj ve tavırlarla alâkalı olabilir. Bir kızın bıraktığı bıyığın altından söylediği şarkı ya da bir erkeğin sahnede giydiği bir elbise; müzik folk, pop ya da punk olsun fark etmeksizin karşı tarafa birşeyler aktarmanın derdinde elbette. Cinsiyet kavramının kadın ve erkeğin keskin tanımlarıyla sınırlı olmadığının, toplumsal cinsiyetin insanların doğdukları anda değil, yaşamları esnasında oluştuğunun ve değişme hakkının olduğunun bilincinde ve gerçekliğinde olan müzisyenler, zaten uzun yıllardır ortak işler yapıyor, birbirlerinden esinleniyor ve kitleler için kendileri birer esin kaynağı oluyorlar. Gençliğini Boy George/Culture Club’un görkemli albüm kapakları eşliğinde geçiren, Zeki Müren’e ilgisi büyük olan Anthony Hegarty’nin vokalini duymak, tıpkı pek koyu hayranı olduğu Nina Simone’u dinlemek gibi insana cinsiyetlerin ilerisinde bir duygu yaşatır insana. Simone ve Hegarty; farklı zamanlardan eşleşen iki ender ses... Hangisi kadın? Hangisi erkek? diye sormak ne gerek...

BİR GÜN BÜYÜYECEĞİM, TAM OLARAK VE SAF OLARAK HİSSEDECEĞİM / AMA BEN BUGÜNLÜK BİR ÇOCUĞUM, BUGÜNLÜK BİR OĞLANIM. ANTONY & THE JOHNSONS, For Today I’m A Boy


Walk On The Wild Side klasiğini New York’taki travestilere ithaf etmiş olan Lou Reed’in Antony Hegarty’i keşfedişi gibi, Antony de kendinden aslında yaşça epey büyük olan transseksüel performans sanatçısı Baby Dee’nin büyüsüne ilk dinleyişte kapılmıştı. Bu tanışma Baby Dee’yi Antony & The Johnsons’un ilk albümündeki arp üstadı yapmasının yanısıra, onu sesi ve enstrümantasyonuyla etrafı titreten bir solo sanatçı olarak da geniş çapta tanıttı. O günden bugüne Marc Almond, Dresden Dolls ile turneleyen, squatlardan dev konser salonlarına her yerde konser veren, Matt Sweeney ve Will Oldham prodüktörlüğünde bir de albüm kaydeden Baby Dee, virtüözlüğünü falsetto vokaliyle buluşturduğu parçalarını, modern olan pek bir şeyle sıkı bağlar kurmaksızın yapmayı başaran özel bir sanatçı.

İNTİKAM PEŞİNDEKİ MELEKLER BANA ÇOK BÜYÜK BİR PANTOLON GİYDİRDİ VE PALYAÇO GİBİ DANS ETMEM İÇİN KEMER BİLE TAKMADAN SAHNEYE GÖNDERDİ / O ADAMLAR BANA BAKIP KÖR OLMAYI DİLEYEBİLİRLER... / ANNE İÇİN ERKEK OLMASAM DA BİR KRAL OLURDUM / SONSUZ BİR GECE İÇİN DE OLSA AZMAN BİR METAFORUM Baby Dee, Endless Night


Baby Dee bu sene başında verdiği röportajların birinde, Birçok insan ya dinlediği sanatçının kendisi gibi olmasını ya da kendisinin dinlediği sanatçı gibi olmasını ister diyerek müziğin isyan ve değişimin neden etkili araçlarından biri olmaya devam ettiğini güzelce açıklamış. Zaten bu mesele, on yıllardır, kendini hangi cinsel kimlikle tanımlarsa tanımlasın, birçok sanatçı için önemli bir mesele. Patti Smith’in giydiği erkek gömleğiyle, Kurt Cobain’in giydiği elbise arasında pek bir fark yok. İki sene önce İstanbul URA’daki konserinde Ariel Pink’in sahneye elbiseyle çıkması da keza benzer tutku ve tavırlara işaret ediyor.

 

Ama müzik tarihinin tanıklık ettiği, deneyselliğin uçlarında gezinen öyle bir tutku var ki, diğer tutkular ona pek de kolay kolay yanaşamıyor. 30 yılı aşkın süre boyunca grupları Throbbing Gristle ve Psychic TV ile endüstriyel sularda gezinerek çok tesirli müzikler icat eden Genesis P-Orridge, 2007 yılında kaybettiği karısı Lady Jaye Breyer P-Orridge ile o kadar tutkulu bir aşk yaşadı ki, bu aşkın neticesinde beraber bir çocuk yapmak yerine kendilerini yeni bir insana, aynı insana, Breyer P-Orridge adını verdikleri bir insana dönüştürmeye karar verdiler. Vücuda bağlı cinsiyeti ve toplumun dayattığı kimliği inkar eden, hattâ onları silip temizleyen Breyer’e dönüşebilmek için mevcut vücutlarından vazgeçip, peş peşe ameliyatlar oldular ve her ameliyatla birbirlerine, Breyer’e daha da yakınlaştılar. Bu, onlar için hayatlarında yapabilecekleri en büyük fedakarlıktı ve bu yola hayatta olması mümkün şeylerin sınırlarını görünür bir ifadeyle zorlamak için baş koydular. Bundan da mutluluk duydular. Merak edenler, Breyer P-Orridge’in hikâyesini The Ballad Of Genesis and Lady Jaye filminde izleyebilirler.

YAPTIKLARIMIZ VE HAYATLARIMIZIN SORUMLULUKLARINDAN İSTEMLİ OLARAK VAZGEÇMEK GÜNÜMÜZDEKİ EN BÜYÜK DÜŞMANDIR. Genesis P-Orridge


Hayatını bir mücadele uğrunda yaşayan, bunun için müzik yapan öncü kişilikler yaptıklarının karşılığını alıyorlar. Burada, Kathleen Hanna (Bikini Kill) ile beraber feminist elektropunk grubu Le Tigre’yi kuran, şimdi ise yeni elektro-slogan-punk grubu MEN ile dünyanın dört bir yanındaki kulüplerde öfkeli bir dans furyası yaratan JD Samson hemen akla geliyor. Kadın olarak doğduğu için kadın gibi hissetmek zorunda olmadığını gençlik yıllarında fark eden aktivist JD Samson’un incecik sesiyle bıyıkları altından söylediği provokatif dans şarkıları, kendini onun gibi hisseden ya da böyle hissetmesinde hiçbir problem olmadığının farkında olan herkes için rahat ve güvenli bir alan yaratıyor ki JD Samson için de bu alanı tanımlamak müzik yapmasının arkasındaki en önemli motivasyon. John Cameron Mitchell’in Shortbus filminde Jip karakteri olarak da karşımıza çıkan Samson’un grubu MEN bugüne kadar The Gossip ve Peaches ile turladı ve bu sene içinde ilk albümü Talk About Body’i yayınladı.

KENDİMİ O KADAR ÖZGÜR HİSSEDİYORUM Kİ ASLA ÖLEMEM/ASLA ÖLEMEM / BEN KİMİM Kİ BU KADAR ÖZGÜR HİSSEDİYORUM! MEN Who Am I To Feel So Free


Ne? ya da Kim? sorularının cevabı çok da önemli değil. Cinsiyet daha ziyade performansa yönelik olan ve değişebilen bir kavram. Müziğin bu performansı aktarış biçimleri ise git gide daha da ilham verici seviyelere ulaşıyor ve dünyayı daha yaşanabilir kılıyor. Hele ki popüler müziğin bu sorumluluğu üstlenmesi ayrı bir anlam taşıyor. Düşünsenize Blur’ün Girls And Boys parçasına hep bir ağızdan eşlik eden binlerce insan, kim bilir kaçı farkında Damon Albarn’un Ne olursan ol, gerçekten sevdiğin şey ol derken neyi kastettiğinin...